‘’ Yollar yokuş yoruluyor insan, harala gürele hiç fark etmeden. Bambaşka yerlere gidiyorken, kalktım sana geldim.’’
diyen
Bülent Ortaçgil gibiyiz çoğumuz.
Aşkın,
sevginin, dostluğun özlemini çektiğimiz; başımızı yaslayacak güven dolu bir
omuz aradığımız zamanlarda özellikle; kalkıp gidiyoruz.
Yüreğimizi
hafifletmek, sırtımızdaki ağırlığı azaltmak, dertlerimizi paylaşmak, hayatımıza
renk katabilmek adına son bir çabayla.
Gidiyoruz
ve kalıyoruz.
Yüreğimizi
kanatacaklarını bile bile kalıyoruz hem de.
Yerimiz
rahat olmadığı halde bir türlü bırakıp gidemiyoruz.
Gün
geliyor terk ediliyoruz da yine orada, o kalpte kalmaya devam ediyoruz.
Peki
neden?
Bakın
eserleri ve düşünceleri ile dünya çapında geniş yankı uyandıran; Lübnan doğumlu
şair, aynı zamanda ressam olan Halil Cibran ne der?
"Geldim
korkma aç kapıyı.
Sende
kalmaya değil, BENİ ALMAYA geldim."
Nasıl
derin. Nasıl manidar öyle değil mi?
Birilerinde
kalan parçalarımızı toplamak adına geri dönmeyi, kapılarını çalacak cesareti
göstermeyi anlatıyor.
Biliyoruz
ki zor. Çok zor.
Peki
aramızda yapabilenler var mı?
Elbette
var. Değişimin gücüne inanan, ondan korkmayan kişiler cesaretle geri dönmeyi
biliyorlar.
Değişimden
korkanlar ise kendi kalın kabukları ardında, yaralı bir halde yaşamaya
çalışıyor.
Oysaki
Karen White, ‘Hasat Mevsimi’ isimli romanında değişimi öyle güzel anlatmış ki.
‘’Değişim,
ardımızda bıraktıklarımızdan fazlasıdır. Değişim bir araya getirmektir.
Yeniliğin ve olasılıkların hasadıdır.’’
Bırakın
değişimi kucaklamayı, bizler yeri geliyor hatırlamaktan bile çekiniyoruz
yaşamdaki engebeli çakıl taşlarını. O yokuşlu yollarda öyle hırpalanıyoruz ki,
yaşamın avuçlarımıza bıraktığı armağanı yok sayıyoruz.
Her
bir parçası bizi BİZ yapan inci tanelerini savrukça harcıyor; başka kalplerde
bırakıyoruz. Oysa değişmek için onları toplayıp, bir araya getirmek gerek.
Biliyor
musunuz bu nadide taşları başka kalplerde bırakmak, kendimize yapacağımız en
büyük kötülük aslında.
Biz
onlarla bir bütünüz. İsteklerimiz, hayallerimiz, duygularımız, düşüncelerimiz,
çektiklerimiz, çilelerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz, pür neşe hallerimiz;
hepsi ama hepsi bizi biz yapan değerlerimiz. Ve onlar için hiç kimseye hesap
vermek zorunda değiliz.
İnanın
bana; böylesi zamanlarda yalnız kalmak, kendimizle olmak en iyi yol.
Tek
bir şartla. Kendi kendimize kalmayı asla yalnızlık hissetmemek gerek.
Tıpkı
sinema tarihinin önemli Rus yönetmenlerinden biri olan Andrey Tarkovski’nin
dediği gibi;
‘Kendinizi
kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin.’
Sanırım
ben bunu başaranlardanım. Kendime ayırdığım her bir mini zaman parçası benim
için çok kıymetli. Yalnız olmak benim için üretmek demek. Yalnız olmak bilgi
dağarcığımı yepyeni bilgilerle renklendirmek ve yaşama başka gözlerle bakmak
demek.
Hayatta
önemli olan zafer kazanmak, başkalarını alt etmek değil ki. Gün gelir zafer
kazanmak son darbeyi vurmak gibi görünür. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Aradan geçen süre kazanılmış gibi görünen zaferlerin, aslında bir yenilginin
başlangıcı olduğunun göstergesi de olabilir; unutmayalım.
Evet
hepimiz hayatla savaş halindeyiz. Ama esas kazananlar o savaşın içinde
kaybolanlar değil; amacını koruyup kollayanlar. Ayakları üzerinde sapasağlam
duranlar.
Şair
ve yazar Onat Kutlar ile yazımızı yine de umutla bitirme vaktidir şimdi.
"Ama
hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek ve hep birlikte duyacağız yapraklı
dalların sesini."
İşte
ben buna inanıyorum. Hissedeceğiz hep birlikte o umut çiçeklerinin mis gibi
kokusunu. Parçalarımızı tek tek toparladıktan sonra…
Sevgiyle kalın.
Belgin
ERYAVUZ
18.03.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder