26 Kasım 2017 Pazar

HAMAM BÖCEĞİ TEORİSİ

Teorinin ismi kadar verdiği mesaj da hayli etkili.

Tam bir hayat dersi.

Bu nedenle bilgi dağarcığımızda olmalı diye düşünüyorum.

Bu teorinin babası Amerikalı Sundar Pichai.

Kendisi; farkındalıkla ortaya koyduğu teorisi sayesinde; dünyanın en çok kullanılan arama motoru Google’da CEO’luğa kadar yükselmiş.

Teorinin ilk kıvılcımı bir restoranda kahvesini içerken yakalamış kendisini.

Başrolde de uçan bir hamam böceği varmış.

Aniden ortaya çıkan böcek yan masalardan birinde oturan bir kadına konar. Böceği gören kadın çığlık atarak masadan kalkar. Bir yandan da eliyle böcekten kurtulmaya çalışır.

Kalabalık restoranda kadının hali herkesi etkiler.

Yemeklerini kahvelerini bırakan çoğu kişi panik halinde oturduğu yerden kalkar. Bu arada başroldeki hamam böceği bir başka kadının üzerine konmakla meşguldür.

Dolayısıyla böcek korkusu masadan masaya neredeyse tüm restorana yayılır. Kimsenin gözü yemeğini görmez olur. Tek bir hamam böceği neredeyse herkesi esir almış gibidir.

Bağırmalar, çığlıklar ve ani tepkiler birbiri ardına devam ederken; bir garson yardım amacıyla kalabalığın tam ortasına girer. İşte o anda bizim hamam böceğimiz tek hamlede garsonun üzerine zıplar.

Garson restorandaki müşterilerin aksine; sakince üzerindeki hamam böceği ile kapıya yürür ve dışarı çıkarak böceği uçurur. Panik havası yerini sükunete bırakır ve müşteriler yemeklerine geri döner.

İşte sıradan bir gün içinde yaşanan sıradan bir olay karşımızdaki.

Ancak tüm bu olan biteni gözlemleyen Sundar, gördüklerini herkesten farklı algılar. 
Farklı yönleriyle düşünür ve yorumlar.

Aklına üşüşen sorulara bulduğu her cevap, onu teorisine bir adım daha yaklaştırır.

Tüm bu kaosa sebep olan minicik uçan bir hamam böceğidir alt tarafı. Sorumlu tutulabilir mi? Peki ya müşterilerin tepkilerine karşı garsonun sakinliğine ne demeli?

İşte bu sorular onu problemin ana kaynağına taşır. Aslında yaşanan olaydaki tek problem, insanların yaşadıkları rahatsızlığı doğru yönetememeleridir.

Şöyle bir düşünecek olursak, bu minicik örnek aslında hayatın genelinde yaşadığımız her olayda var.

Her birimiz karşılaştığımız olaylara farklı tepkiler veriyoruz. Aramızda panikleyen, öfkelenen, sinirlenip ani tepki gösteren, tepkilerinde sadece sözle yetinemeyip davranışlarını da ekleyenler var. Bunlar ne yazık ki sayıca hayli çoğunlukta.

Sakinliğini koruyan, tepkisini olayın tamamını kavrayıp, üzerinde düşündükten sonra verenler de var elbette. Ama sayıları çok az.

Kısacası her birimiz olaylar içinde baş gösteren problemlere farklı yaklaşıyoruz.
Haliyle farklı tepkiler veriyoruz. Tepkilerimizde ön yargı, ego gibi tehlikeli argümanların varlığını da unutmamak gerek elbette.

Olayın içindeki sorunu anlamaya çalışmak, anlık tepki vermektense çözüm yaratacak yanıtlar bulmak asıl olan. Ve bunu başardığımızda o olay, olay olmaktan bile çıkacak eminim ki.

Hani hep mutlu olmayı istiyoruz ya. Hayat boyu tüm didinmemizi ona endeksliyoruz ya. İşte mutluluğun yollarından biri de bu teori bana göre.

Problemi doğru analizlerle yönetmeye çalışmak. Hatta fırsat olarak görüp, lehimize sonuçlandırmayı hep hatırlamak. Lehimize sonuçlanmıyorsa da olabildiğince az hasarla atlatmak. Teğet geçmek belki de.

Ne dersiniz yapabilir miyiz?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

02.10.2017



24 Kasım 2017 Cuma

Saklama Rehberi

                                          

Besinlerin kullanım ömrünü nasıl uzatabileceğinizi biliyor musunuz? Peki ya onları ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi? Eğer siz de benim gibiyseniz, birkaç temel gıda dışındaki hiçbir besin için net bir fikriniz olmadığına eminim. En basitinden, sizce elma ne kadar bir süre saklanabilir? Lezzetini, sertliğini ve tazeliğini yitirmemesi için ne yapmak gerekir? Oturup her besin maddesi için internette araştırma yapmanıza gerek yok: http://saklamarehberi.com, tüm bu bilgilere tek bir kaynaktan ulaşmanızı sağlıyor.

Türkiye’nin ilk ve en büyük derin dondurucu üreticisi olan Uğur Soğutma tarafından hazırlanan (ve tamamen ücretsiz şekilde kullanılabilen) sitede; hamur işleri, süt ürünleri, meyveler, sebzeler ve et ürünleri ile ilgili merak ettiğiniz her bilgi yer alıyor. İlk olarak, tüm bu besinlerin ideal kullanım sürelerinin ne olduğunu, daha sonra da bu kullanım süresini nasıl uzatabileceğinizi öğreniyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz gibi, derin dondurucu kullanmak tüm gıda maddelerin daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. Ancak, örneğin karidesi derin dondurucuda saklayabilir misiniz? Peki ya yazın aldığınız, lezzetli ve sulu bir karpuzu derin dondurucuya koyup, kışın yiyebilir misiniz? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının cevaplarını Saklama Rehberi web sitesinde kolayca bulabiliyorsunuz. Hepsi bu kadar değil: Sitenin “Alternatif Bilgiler” bölümünde, evde kolayca hazırlayabileceğiniz birbirinden lezzetli tarifler yer alıyor. Evde nasıl mocha yapabileceğimi, meyvelerin kararmasını nasıl önleyebileceğimi, hatta unsuz kekin nasıl yapılacağını bile öğrendim. Laf aramızda, kot pantolonların derin dondurucuda temizlenebileceğinin de haberdar oldum! (Kotu fırçaladıktan sonra bir poşete koyup derin dondurucuda 1 gün boyunca bekletiyorsunuz.  Şaşırtıcı, değil mi?)

Türkiye’nin ilk gıda saklama rehberi olan http://saklamarehberi.com, beni şaşırtacak ölçüde bir içeriğe sahip ve her birini okumaktan büyük keyif aldım. Eğer sizin de bir derin dondurucunuz varsa, bu siteyi muhakkak ziyaret etmelisiniz. Derin dondurucunuz yoksa bile gıdaları nasıl daha sağlıklı tüketebileceğinizi, ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi ve basit, pratik, lezzetli tarifler ile ipuçlarını Saklama Rehberi web sitesinden öğrenebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Grand Hyatt İstanbul’da 2018’e Unutulmaz Bir Başlangıç Yapın



Grand Hyatt İstanbul, bu yıl da hem noel hem yılbaşı için hazırladığı birbirinden güzel menülerle misafirlerini bekliyor.  Gas Brothers ve Utku Yurttaş yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müzikleri çalacaklar. Gece, Gas Brothers’ın perküsyon show’unun da yer aldığı performans ve after party ile devam edecek.



Noel Menüsü, Grand Hyatt İstanbul’da
Grand Hyatt’ın içinde bulunan 34 Restoran, içinde leziz hindinin de olduğu Noel Yemeği özel menüsü ile 24 Aralık Pazar günü aile kutlamaları ya da arkadaş buluşmaları için ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 24 Aralık akşam başlayan ziyafet 25 Aralık Pazartesi günü öğlen ve akşam da devam ediyor.  Kişi başı 218 TL olan menü için önceden rezervasyon gerekiyor.



Yılbaşı gala yemeği ve eğlencesi
Yeni yıla sevdikleriyle beraber güzel bir başlangıç yapmak isteyenleri 34 Restoran’ın deneyimli şeflerinin elinden çıkan geleneksel Türk ve Akdeniz mutfağının lezzetlerinden oluşan açık büfe bekliyor.

Gas Brothers ve Utku Yurttaş’ın yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müziklerin çalacağı gece, Dining salonunda Gas Brothers’ın performans sergileyeceği, perküsyon show’unda dahil olduğu after party ile devam edecek. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek after party, yılbaşı ücretine dahil.

34 Restoran’da, 31 Aralık Pazar günü saat 20:00’de başlayan ve gece yarısı 02:00’ye kadar sürecek olan yılbaşı gala yemeğinin kişi başı fiyatı limitsiz yerli alkol içecekler 518 TL, limitsiz yerli & yabancı içecekler dahil fiyatı ise 618 TL. Minik misafirler için de kişi başı fiyat 318 TL.



Keyifli geçen yılbaşı gecesinin ardından 1 Ocak Pazartesi günü saat 12.00-16:00 arasında 34 Restoran’daki brunch’ta arkadaşlarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle yeni yılın ilk gününü kişi başı fiyatı 218 TL olan brunch ile keyifli bir şekilde geçirebilirsiniz.


Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Kasım 2017 Pazar

DEĞERİNE PAHA BİÇİLEMEZ

Yazmanın ve paylaşmanın en güzel tarafı sosyal sorumluluk alanında toplumsal duyarlılığa minicik de olsa katkıda bulunmaya vesile olması.

Bu amaçla elime fırsat geçtiği her zaman aralığında önemsediğim konularda yazmayı kendime bir görev edindim. Gönlümden geçenleri paylaştıkça geleceğe umudum artıyor bir anlamda.

Ulaşabildiğimiz her kalp, tutabildiğimiz her el, destek sağlayabildiğimiz her minik katkı; belki okyanustaki bir su damlası kadar küçük ama; son derece değerli diye düşünüyorum.

Yeter ki o damlalar hiç tükenmesin kalplerimizde.

Şimdi paylaşacağım gerçek öykü Brezilya’da geçiyor. İçinde biraz nüktedanlık ve fazlasıyla sıra dışılık olsa da amacına öyle güzel ulaşmış ki. Bence alkışlanmayı hak ediyor.

Bunun için yolumuz Brezilya’ya kadar uzanıyor.

2013 yılının sıradan bir günündeyiz. Ama belli ki Brezilyalı zengin iş adamı Thane Chiquinho Scarpa için değil.

Ülkesinde tanınan bu zengin adam, bir gün sosyal medya hesabından bir duyuru yapar. Belirttiği tarihte sahip olduğu lüks arabasını törenle gömeceğini açıklar. Üstelik basını da bu görsel gösteriye davet eder. Haliyle bu sıra dışı haber karşısında oldukça geniş bir ilgiyi üzerine çeker.

Haberi duyanlar sert tepkilerle bu çılgın adamı yerden yere vurmakta bir zarar görmez. Hatta onu ikna etmenin yollarını dahi ararlar. Böylesi bir çılgınlıktansa, bağış yapmasının daha adil ve doğru olduğunu belirtirler.

Ancak gel gelelim zengin iş adamı sözünden dönmez. Belirttiği tarihte herkesin huzurunda arabası için kazdırdığı derin çukurun yanına gelir. Töreni başlatır. Herkes bu garip olayın kahramanına gözlerini dikmiştir ve merakla olacakları beklemektedir.
Lüks araba kazılan çukurun içine indirilmeye başlanır. Şaşkın bakışlar, sert söylenmeler, öfkeli nidalar bir uğultu halinde çevreyi kaplar.

İşte tam bu sırada iş adamı töreni durdurur. Etraftaki kalabalığın meraklı bakışları altında hedef konuşmasına başlar.

Arabasının gerçekten çok pahalı olduğunu, toprak altında çürümeye terk etmenin yanlış olduğunu vurgular önce.


Hemen akabinde de aslında birçok kişinin arabasından çok daha değerli pek çok şeyi toprağa gömdüğünü belirtir.

Bunlar ne midir?

Toprak altında çürümeye terk edilen kalpler, karaciğerler, böbrekler, gözler ve daha niceleri…

Sağlıklı organları toprak altına gömüp çürümeye terk etmenin dünyadaki en büyük israf ve acımasızlık olduğunu sözlerine ekler. Arabasından kat be kat değerli insan ömrü için de tüm organlarını bağışladığını açıklar.

Tanınan bir isimden unutulmayacak bir ders alan pek çok insan bu özel çağrıya duyarsız kalmaz. Ve o gün yaşanan bu sıra dışı olay sayesinde ülke genelinde organ bağışı tam tamına % 31,5 oranında artar. Hem de sadece 1 ay içinde.

İşte öykümüz ve getirileri.

Umuyorum ki bu satırları okurken belki de içinizden birkaç kişi organ bağışına daha sıcak bakar. En azından bir kez daha düşünür.


Ben diyorum ki; elimizde başkalarına yaşam armağanı sunacak organlarımız varken bunu göz ardı etmek OLMAZ.

OLMAMALI.

Yaşama veda ettikten sonra bir başka cana CAN veriyor olmanın değerine paha biçilemez ki.

Hayattan ayrıldıktan sonra, organlarımızı toprak altında çürümeye terk etmek bencillik değil mi sizce de?

Duyarlı olmanın, başkalarının sessiz çığlıklarını duymanın, uzattıkları eli tutmanın tam zamanı.

Hadi gelin ORGAN BAĞIŞI yapalım.

Yapılması için destek verelim.

Unutmayalım ki hayat paylaştıkça güzelleşiyor; vedalardan sonra bile…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

03.10.2017








13 Kasım 2017 Pazartesi

AYNADAKİ BEN, BANA GÜLÜMSÜYOR (2/2)

Korkmadan, cesurca bakalım öyleyse.

Sakin ve sessizce.

Sonra bir an için aynadaki yansımanın bize baktığını hissetmeye çalışalım. Yani kendimizi yansıma kabul edelim.

İşte bu ANI yakalayabilirsek ne mutlu bize.

O zaman değişim başlıyor ve kaybettiğimiz enerji bize geri dönüyor.

Ama bu ANI yakalamak son derece zor. Hemen olmadığını, denemek gerektiğini belirtiyor konunun uzmanları.

Eğer başarırsak, kendimizi fark ettikçe enerjimiz tamamlanacak. Özümüzü hiç olmadığı kadar çok seveceğiz. Enerjimiz yavaşça dolmaya başladığında, sevgi çemberimiz kendini kapadığında; gerçek kimliğimizi bulacağız.

Kendi merkezimizde huzuru ve gücü bulmanın en kolay yolu belki de budur.

Bu bir metot aslında.

Anı kollamak.

Dikkati odaklamak.

Kendiliğinden kendini aşmak gibi.

Ancak bunu yaparken zorlamamak gerekiyor. Eğer aynada kendimize on saniyeden uzun bakamıyorsak; kendimizle yüzleşmeye hazır olmayabiliriz. Kendimizden, içimizde sakladıklarımızdan korkuyor olabiliriz. Bana kalırsa hazır olduğumuzda yeniden denemek gerekiyor. Çünkü zorla yapılan şeylerden bir fayda sağlayamayız diye düşünenlerdenim.

Tüm bu çalışmaların bir adım ötesi çok daha anlamlı. Çünkü kendimizle yüzleştikten sonra; enerji akışının içindeki ANLARI; evrendeki HER ŞEYde yakalamamız an meselesi.

Canlanmak, yenilenmek, ruhen şifa bulmak için denemek gerek diye düşünüyorum.  
Ancak bunu hemen gerçekleştirebilmemiz zor hatta imkansız. Belki de yıllar sürecek bir deneyim gerekli bunun için.

Ben deniyorum yavaş yavaş. Ne zaman aynada kendime baksam gülümsediğimi fark ettim en başta. Normal duramıyorum. Ne kadar üzgün ya da kederli olsam da kendime gülümsemeliyim diye düşünüyorum belki de. İçimdeki çocuk için en çok da.

Sanırım bu güzel özelliğim bana rahmetli anneciğimden yadigar kaldı. O nedenle de sımsıkı sarılıyorum bu gülümsemeye. Sevgi dolu ve sıcak olmasına özen göstererek.

Peki ya sizler bu yazımdan sonra denemeyi düşündünüz mü? Yoksa bir başka zamana mı attınız yine?

Ama unutmayın ki sonunda muhteşem bir ödül var bizi bekleyen. Mucize tadındaki kocaman hayat pastası dilimi size de göz kırpmıyor mu?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.09.2017

Kaynaklar: http://tr.tm.org; https://mineozguzel.wordpress.com; OSHO’dan  ‘İnsan Kendinin Aynasıdır.’




AYNADAKİ BEN, BANA GÜLÜMSÜYOR (1/2)

Hepimiz biliyoruz ki evrenin doğal bir akışı var. Eğer bizler bu akışı içinde bulunduğumuz AN ile bütünleştirebilirsek; uyumlu yaşamın kapıları ardına kadar açılıyor önümüzde.

Peki bu kapının ardında ne var dersiniz?

Birbirini destekleyen enerjilerle dolu; mucize tadında, koca bir dilim hayat pastası.

Üstelik sadece bize ait.

Tadına vara vara yememizi, içimize sindirmemizi bekliyor.

Uygarlık tarihinin en eski, en ilginç düşünce akımlarından birisi olan Taoculuk felsefesine göre; enerji içten dışa doğru akıyor.

Yani göz bebeklerimiz ve diğer duyu organlarımızın yardımı ile bedenimizden evrene doğru bir akış var. O an ki ruh halimizle alakalı olarak; içimizde var olan pozitif ya da negatif enerjimizi; baktığımız, dokunduğumuz her şeye aktarıyoruz.  

Hal böyle olunca her şey için enerjimizi harcadığımızı söyleyebiliriz. Öyle değil mi? 

Bu da bizi farkında olmadan giderek kendimizden, özümüzden uzaklaştırıyor. Kendimize olan ilgimizi azaltıyor. Bir anlamda kendimizi unutup, etrafımız için yaşamaya başlıyoruz sadece.

Örneğin yolda yürürken, bakışlarımız ağaç dalındaki çok güzel bir kuşa kaydı diyelim. 
O ANda ona odaklanıp, kendimizi unutuyoruz. Tüylerine, ötüşüne, gagasına bakıyoruz, belki gülümsüyoruz. Ama enerjimiz kuşa doğru akmaya başladı bile. Kendimiz neredeyiz? Orada olduğumuz halde, O ANda yokmuşuz gibi davranıyoruz. Arka planda kalıyoruz bir anlamda.

Kendimizi yeniden hatırlayabilmemiz için o kuşa akan enerjinin bize yeniden geri dönmesi gerekiyor.

Elbette kuş sadece bir örnekti. Etrafımızdaki her nesne için bu dışarıya akışın olduğunu düşünelim; bir an için.

Müthiş bir enerji akışı öyle değil mi?

Peki bu akış, bu tükenme nereye kadar devam ediyor?

Ne yazık ki fark edip, silkelenmemiz gerektiğine karar verene kadar bu hal böyle sürüp gidiyor.

İşte Taoculuk felsefesine göre; giden enerjinin kendimize yeniden geri döndürülmesi gerekiyor. Üstelik bunun da kolay bir yolu var.

Bir ayna karşısına geçip kendimize bakmak.

Kendi göz bebeklerimize odaklanmak.

Orada gördüğümüz kişi ile yüzleşmek.

Cesaretle onu izlemek.

Ayna karşısında en yalın halimiz var şimdi. Dışarıya karşı kullandığımız maskeler yok. Orada, olmak istediğimiz kişi de yok. Sadece özümüz var.

Aman dikkat egolarımız yüz mimiklerimize yerleşmiş, belki de kırışıklıklarda gizli. Onlarla yüzleşmeye, kendimizi artımızla eksimizle kabul etmeye hazır mıyız? (devamı 2/2’ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.09.2017

6 Kasım 2017 Pazartesi

GÖRSEL ALBENİNİN ARKASINDAKİ BAĞIMLILIK (2/2)

Halbuki insanlarda bıraktığımız hisler kolay kolay unutulmuyor. Zarif ve güzel hislerin geri dönüşleri ise muhteşem oluyor.

Uzanıp kalbimizle dokunduğumuz insanların dünyalarını renklendirebiliyor; yaşam sahnesindeki sıradanlığı bir nebze olsun yıkabiliyorsak; ne mutlu bizlere.

Hayat sahnemizde hep hatırlayacağımız o güzel sesler, o muhteşem renkler bizi biz yapıyor aslında. Sıradanlığı kırıp, tatlı kıpırtılar ekliyor yüreklere. Her yeni gün bilgi dağarcığımıza ekleyeceğimiz minicik bilgi kırıntıları hazinemizi zenginleştiriyor.

Sonuçta hepsi birleşip; taştan yonttuğumuz kendi heykelimize ışıltılar katıyor.

Peki böylesi ışıltılı bir heykeli kimler, nasıl yapıyor dersiniz?

Sevginin hem de koşulsuz sevginin derinliğini kavrayanlar onlar. Hayatı zarafetle yaşamanın; verdikçe çoğalmanın, paylaştıkça büyümenin tarifini uygulayanlar onlar.

Kimseyle yarışmaları gerekmiyor onların.

Kendilerinden başka.

Her gün yeni bir şeyler öğrenmenin, öğretmenin peşindeler ne de olsa.

Azla yetinmenin hayatlarına kattığı rengi öyle seviyorlar ki, sadelik asasını ellerinden hiç bırakmıyorlar. Böylece kaybetme korkularını minimize ederken zorlanmıyorlar.
Kısacası farkında olmaya ve ruhlarının olgunlaşmasına olanak tanıyorlar.

O halde bizim de farklı tecrübelerle, hayatımızı zenginleştirmeyi öğrenmemiz gerek, hem de en kısa zamanda.

Nasıl mı?

İşe fazla tüm eşyalarımızdan kurtularak başlamak lazım. Yani maddi bağımlılıklarımızdan ivedilikle kurtulmamız şart.

Sahip olmak kadar, sahip olmayı beklemek ve sanmak da ne kadar yanlış.

Derin düşünebilen, paylaşırken enginliğini koruyan, doğru yaşamı ilke edinen, dürüst davranışlarıyla beğeni toplayan, yaratıcı, akıllı, öğrendiklerini yaşamına katmayı beceren insanlardan olmayı seçmemiz gerek.

Maddiyata değil, gönül sesine kulak verenlerin dergâhına uzansın yolumuz. Kibrin soluk ışığına değil, olgunluğun parlayan tılsımına baksın gözlerimiz. Su misali akmaya çalışırken, yaşamın dansını kalbimizde hissedelim.

Hesapsız, çıkarsız, beklentisiz AMA sevgi ve aşk dolu olsun yaşam felsefemiz.

Kapanış cümlemiz ise Taoizmin kurucusu kabul edilen önemli Çin filozofu Lao Tzu’dan gelsin.

‘’İhtiyacınız kadarına sahipseniz zenginsiniz demektir.’’

Ben çok zenginim. Şükürler olsun ki bunun farkındayım.

Ya sizler?

Bağımlı mısınız yoksa?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

12.08.2017





GÖRSEL ALBENİNİN ARKASINDAKİ BAĞIMLILIK (1/2)

Her birimiz kendi nev-i şahsına münhasır varlıklarız. Hiç birimizin bir diğerinden üstünlüğü yok. Ancak son yıllarda maddi olanakların getirdiği görsel albeninin arkasına saklananlar çoğalmaya başladı.


Sevginin, zarafetin, kalitenin aslında yaşamı ayakta tutan özel değerler olduğu unutuldu ne yazık ki. Çünkü amaçlar farklılaştı.

Gösterişli bir ev, pahalı bir araba, fiyatı dudak uçuklatan takılar, giysiler, en konforlu otellerde konaklama, bitmeyen tatiller, sonu gelmeyen istekler…

Tüm bunlarla başkalarından daha üstün ve mutlu olduğunu savunan insanlar…

Gelişen teknolojinin yaşantımıza getirdiği olanakları sadece keyfi amaçları için kullanan, gününü gün ederek yaşamayı maharet sanan, öğrenmekten uzak bir toplum…

Ne yazık ki böyle bir toplumun fertleri farkında olmadan maddiyata bağımlı oluyor. 
Hayatlarını gerekli gereksiz pek çok eşya ile kalabalıklaştırıyor. Bu tarzı benimseyenlerin çocukları da maddiyat bağımlılığından nasibini alıyor, hem de fazlasıyla. Oyuncaklarının, giysilerinin, hatta anne babasının, arkadaşlarının kıymetini bilmeyen; doymayan nesillere davetiye çıkarıyor.

Ne acı bir tablo bu karşımızdaki; öyle değil mi?

Bir arpa boyu bile yol alamayız ki böylesi bir yaşam tarzıyla. Oysaki bakın ünlü gazeteci, yazar İlhan Selçuk bir yazısında ne der;

"İnsan ömrünü bir taşı yontmakla geçirir ve sonunda kendi heykeli çıkar ortaya."

Mutluluğumuzun kilit noktası; yaşımız kemale erdiğinde; kendi ellerimizle yaptığımız eserden memnun olup olmamamızla alakalı.

Unutmayalım ki maddiyata dayalı her şey gelip geçici.

Evet maddesel anlamda çok zengin olabiliriz.

Evet istediğimizin fazlasını hem de hiç düşünmeden alabiliriz. Ama gerçek anlamda mutlu olmanın bunlarla ilgisi yok.

Maddiyat ve gösterişli yaşamlar sadece egomuzu şişiriyor. Kendimizi herkesten üstün görmek gibi bir yanılgıya sürüklüyor. Hele hele görsel albeninin arkasına saklanıp; farkında olmadığı BAĞIMLILIĞInı; aldıklarını, gittiği yerleri, içinde mutlaka kendi görseliyle sürekli ifşa etmeye çalışmak; zarafetten nasıl da uzak.

Her yeni günde birisinin ya da birilerinin kalbine narince dokunmadıktan, küçük ya da büyük bir yardımda bulunmadıktan sonra hayatın ne anlamı var ki?

Yapabileceğimiz o kadar güzel şeyler var ki şu dünyada.

Bize kendimizi iyi hissettirecek, esas mutluluğumuzu sağlayacak olan da bunlar aslında. Evler, arabalar, şaşalı yaşamlar değil. Parayla satın alınan hiçbir şey insana gerçek mutluluğu veremiyor. Anlık sevinçler yaratabiliyor sadece. Onlar da bir süre sonra yerini kocaman bir boşluğa bırakıyor.

O boşluktayken ne mi oluyor?

Gelin cevabını şu anda okumakta olduğum ‘Yitik Kalpler İstasyonu’ romanı yazarlarından Kristina Mc Morris’ten alalım.

‘’Sonra gün geliyor; bir keder çekici elimizdeki pusulayı paramparça edip, bizi dönmeye devam eden dünyada kayıp ve yapayalnız bırakıyor.’’

Görsel albeninin arkasındaki bağımlılığa kapılanların sonu ne yazık ki bundan öteye değil. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

12.08.2017


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...