Gördüğümüz,
dokunduğumuz, kokladığımız, hissettiğimiz ve sonunda uyguladığımız değerler;
hakkımızda çok şey söylüyor.
Konuşurken
ağzımızdan dökülen sözcükler, yazarken bir araya getirdiğimiz cümleler, duygu
ve davranışlarımızın aynası adeta. İşte tüm bunların eşliğinde; hayat
şarkısındaki o ahengi yakalayıp, ZARAFETLE DANS edebilmek muhteşem bir duygu.
Bunu başaranlardan olmak gerek diye düşünüyorum. Ve çevremizi böylesi kıymetli
insanlarla donatmanın, yaşantımızı nasıl güzelleştireceğini, bilmemiz
gerektiğini.
Tıpkı
İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot’un
dediği gibi;
‘’Hayatımızdaki
en değerli insanlar, bizi her koşulda tüm kalbiyle dinleyenlerdir. Biz
konuşmazken bile.’’
Doğamız
gereği fark edilmek istiyoruz. Dışlanmaktan da acayip korkuyoruz. Sesimiz
duyulsun, hatta tüm dikkatler bizim üzerimize yoğunlaşsın diye tüm çabamız.
Başkalarının
bizi puanlamasına aşırı derecede önem veriyoruz. Bu amaçla teknolojinin imkanlarını
kullanıyoruz. Hem de sonuna kadar. Ne kadar çok beğeni alırsak o kadar mutluyuz
sanıyoruz.
Gittiğimiz
yerler, yediğimiz yemekler, attığımız adımlar, aldığımız yeni bir eşya, hele
hele kendi özel yaşantılarımızı kapsayan resimlerimiz; bizimle alakalı her ne
varsa; hepsi için takdir edilmek arzusundayız. Beğenilmek tek mutluluk kaynağımız
sanki.
Paylaşmayı
anlıyorum. Üstelik paylaşıp çoğalmayı da çok seviyor ve önemsiyorum. Ama bu
tarz durumları tasvip etmiyorum. Bana yanlış geliyor. Çünkü yeri geliyor
sınırlar aşılıyor. Bazı şeylerin özelde, kendimizde, sevdiklerimizle aramızda kalmasının
daha zarif olduğunu hissediyorum. Ben oldum olası kimsenin özel yaşantısına
merak duymadım. Buna ünlüler de dahil. Adı üstünde özel. Sadece o kişiyi ya da
sadece bizi ilgilendiriyor, başkalarını değil.
Bir
de bizim yaptıklarımızı yapamayanları, alamayanları, yiyemeyenleri,
gidemeyenleri, gezemeyenleri, hatta bırakın adımlar atmayı, tek bir adımı dahi
atamayanları, belki de uzuvları eksik olanları, çocuk özlemi çekenleri
düşünüyorum ister istemez.
Oysaki
paylaşacak ve paylaşırken başkalarının hayatlarına pozitif anlamda dokunuşlar
yapacak o çok değer var ki. Kitaplar, yazılar, şiirler, ders alınacak öyküler,
ruhumuzu besleyen melodiler, rengarenk çiçekler, manzaralar ve daha neler neler…
Tıpkı
T.S.Eliot’un dediği gibi insanların kalp gözüyle bakmasını, anlamasını,
hissedip sevmesini kalben diliyorum. Hayatımızı yaşarken, kulağımızdaki o sese
ahenk gösterirken; duygu ve davranışlarımıza ZARAFET eşlik etsin istiyorum.
Başkalarının
değer yargılarına göre yaşayıp, onlardan alınacak takdirle ömür geçmeyeceğini;
insanların böyle mutlu olamayacaklarını biliyorum çünkü.
Hayata
gerçekten değer vererek yaşayabilmenin sırrı kendi içimizde.
Fark
ettiğimiz tüm ayrıntılarda gizli.
Başkaları
için değil, kendimiz için yaşıyoruz.
Ne
zaman önümüze çıkan değişiklikleri kalben kutlayarak kabul etmeye başlarsak; o
zaman hayatla dansımıza zarafet eşlik edecek. Ve işte o zaman etrafımızda bizi
kalbiyle dinleyen, konuşmasak da anlayıp gülümseyen insanlar çoğalacak.
Ben buna tüm kalbimle
inanıyorum.
Son
sözler defalarca okuduğum ve çok sevdiğim Antoine de Saint-Exupery imzalı Küçük
Prens’ten gelsin.
"Vereceğim
sır çok basit: İnsan ancak YÜREĞİ ile baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin
mayası gözle görülmez."
Ve
devam eder bir başka sayfada;
"Senin
oradaki insanlar, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar; ama yine de
aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde ya da bir damla
suda bulunabilir; ama kördür gözler. İnsan ancak YÜREĞİ İle baktığı zaman
gerçekleri görebilir."
Sevgiyle
ve yüreğinizle kalın.
Belgin
ERYAVUZ
18.07.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder