31 Temmuz 2017 Pazartesi

BEYNİMİZ KENDİ KENDİSİNİ YEMESİN

Kısa bir süre önce beynimizin sinaptik budama yaparak; gereksiz bilgi ve birikimleri yok ettiğini yazmıştım. Amacı sadece yeni bilgilere yer açmaktı. Ve bunun en faydalı haliyle gerçekleştiği zaman aralığı uykumuz sırasındaydı.

Beynimizin güçlenmesine yardımcı olan glial hücrelerimiz, uyku seanslarımızı dört gözle bekliyor olmalılar. İşlerini doğru dürüst yapabilmek ve bize daha sağlıklı alanlar açmak için elbette.

Peki ya bizler yeterince uykumuza özen göstermiyorsak?

Yaşam kalitemizle birebir alakalı olan uyku düzenimizi hep aksatıyor, keyfi davranıp, kapanmaya yüz tutan göz kapaklarımızı bir kibrit çöpüyle açık bırakmaya zorluyorsak?

Hızlı yaşam temposu ve yetmeyen zaman aralıkları; zorlu iş süreçleri maalesef uykumuzla savaş halinde adeta.

Kendimizi, yıpranan bedenimizi, yorgun düşen ruhumuzu dinginliğe davet ettiğimiz o yegane anları ertelemek; süresini kısaltmak, bunun için kendimizi zorlamak hep yaptıklarımız arasında. Öyle değil mi?

Hani hiç uyku gereksinimi duymadan günlerce çalışabilsek; bir an bile düşünmeden 
hepimiz buna evet diyeceğiz.

Peki neden?

O zaman işler bitecek, o zaman koşu duracak, tempo yavaşlayacak mı sizce?

Tam tersine bence daha da hızlanacak. Tıpkı yokuş aşağı yuvarlanan bir tekerlek misali önümüze büyük bir engel çıkana kadar durmadan koşacağız.

Madem ki bunun sonu yok. O halde düzene ayak uydurmak gerek.

Sabahı adam gibi karşılayabilmek, gün doğumunun keyfine varabilmek ve gün boyu zinde kalabilmek için uyumamız şart. Hem de bedenimiz ne kadar istiyorsa. Bedenen yenilenmemiz, zihnen ışıldamamız buna bağlı. Bırakalım o minik hücreler keyifle işlerini yapsınlar. Bize güçlü bir beyin hazırlasınlar.

Ama ya uyumayanlar?

Gece vardiyasında çalışanları, nöbetçi olanları ayrı tutuyorum bu anlamda. Çünkü işleri bunu gerektiriyor. Böyle bir yaşamı tercih etmeseler de yapmak  durumundalar.

Benim sözüm keyfi davrananlara. Uykuyu hiçe sayanlara. Kendilerini önemsemeyenlere. Günlük dert ve sıkıntılara sıkıca yapışıp, bırakmayanlara. Yatağa huzurla girmek yerine, öfke ve içsel kavgalarını sahiplenenlere. 

İşte böylesi anlarda beynimiz kendi kendisini yemeye başlıyor.

O şirin glial hücreleri gereksiz bilgileri yok ederken, pek çok elzem bilgiyi de arasına katıp parçalıyor. Halbuki belki de onları öğrenmek için yıllarımızı verdik. Belki de sevdiklerimizin hayatından çaldık. Zamanla yarıştık.

Tüm bu didinme bir çırpıda unutmak için miydi?

Elbette değil. Kendimize karşı bu kadar acımasız olamayız. Olmamalıyız. 

Her 12 saatte bir enerji seviyemiz yenileniyor. Sabaha dinç, sağlıklı, umut dolu, pozitif ve tebessümle uyanmak için; uykumuza özen göstermemiz şart. Bunun hafife alınacak bir yanı yok.

Kronik uykusuzluk çekenler, gece yaşayanlar, gece çalışmak zorunda olanlar bu tehlike ile karşı karşıya ne yazık ki. Hep uyanık kaldığımızda, eski ve yıpranmış hücreleri, gereksiz bilgileri budayan hücrelerimiz duramıyor. Tıpkı bizler gibi aşırıya kaçıyor. Faydalı, gerekli olanları da yok etmeye girişiyor.

Bunun için fareler üzerinde deney yapan araştırmacılar bakın nelerle karşılaşmış.

Önce fareler 4 gruba ayrılmış. İlk grup, iyi dinlenmiş halde uyutulmuş. İkinci grup, kendiliğinden uyuyup uyanmış. Üçüncü gruptakiler, ekstra 8 saat uyanık tutulmuş. Dördüncü gruptakiler ise tam 5 gün boyunca uykusuz bırakılmış.

Deney sonrası, her birinin beyin ve hücre yapıları tek tek incelenmiş. İyi dinlenen, uykusunu tamamen alanlardaki sinaptik budama; yani temizleme işlemi; oranı yüzde 5.7 olmuş. Kendiliğinden uyuyup uyananlarda bu oran yüzde 7.3 olarak belirlenmiş. 
Ekstra uyanık tutulan üçüncü grup üyeleri için oran yüzde 8.4 olmuş. Tam 5 gün uyanık kalanlarda ise yüzde 13.5 gibi oldukça yüksek bir oranla karşılaşılmış.

Kısaca son iki grupta yer alan ve uykusunu alamayanlarda; artan oranlar sağlam hücrelerin de yok olduğunu göstermiş. Üstelik dördüncü gruptaki farelerde oranın yüksek olmasının yanında, bu budama işleminde kontrolsüzlük ve aşırı hız tespit edilmiş.

Bu durum maalesef Alzheimer başta olmak üzere pek çok beyin hastalığının da önünü açan bir gerçek. Hele hele son yıllarda bu tarz hastalıkların yarı yarıya arttığını hatırlayacak olursak.

Sonuç mu?

Ne yapıp edip iyi uyuyacağız.

Şartlarımızı iyi uyumak adına zorlayacağız.

Kendimize değer vereceğiz.

İçimizdeki o çocuğun uykusu geldiğinde her şeyden vaz geçip uykunun o yumuşacık kollarına bırakacağız kendimizi.

Deliksiz uykunun keyfine varmak, stresle baş etmek, mutlu uyanmak için yolumuz uyku yoluysa ‘eyvallah’ diyeceğiz.

Bırakalım gecenin o lacivert ışıkları biz uykudayken üzerimizde dans etsin.

Bırakalım gecenin hüznü bizden uzakta kalsın.

Varsın gece tüm ihtişamı ile şaşası ile içinde biz olmadan yaşansın.

Kaliteli uykuyu alışkanlık haline getirip; günü dolu dolu yaşamak; içimizdeki çocuğu şımartıp hayata kocaman gülümsemek var ya; o her şeye değer bence.

Araştırma sonuçlarına göre¸ insanların neredeyse %80 gibi büyük bir çoğunluğu; ortalama 7-8 saatlik uykuya ihtiyaç duyuyor.

Geri kalanlar ise ya 4 saatten az uyuyor ya da 10 saat uyusa da uykuya doyamıyor.

Bir de yatağa yatış saatine göre yapılan değerlendirmeler var ki; burada karşımıza 3 özellik çıkıyor.

Normal uyuyan ilk grup; genelde saat 23.00-24.00 arası yatıyor ve sabah 07.00-08.00 gibi kendiliğinden uyanıyor.

Tavuk olarak tanımlanan ikinci grup; gece daha erken yatmayı tercih ediyor ve sabah gün doğumu ile uyanıyor.

Baykuş olarak tanımlanan üçüncü grup ise; geceyi çok seviyor, bu nedenle yatış sürelerini olabildiğince geciktiriyor. Haliyle sabah çok geç uyanıyor.

Biraz da genetik mirasımızla alakalı olan bu duruma göre; ben sabahın ilk saatlerini, gün doğumunu, güneşi tebessümle karşılamayı sevenlerdenim. Her sabah içimdeki çocukla beraber bu kutlamayı yapıyoruz. Peki ya sizler?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

31.05.2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...