Gökyüzünün
çok uzak köşelerinde aradığımız evren burnumuzun tam ucundan başlıyor.
Yani
biz nerede isek, evren orada bizimle.
Bu
tamamen bizim evrene bakış açımızla, algılarımızla alakalı.
Kara
delik çok büyük. Çok yoğun. Her şeyi
içine alacak kadar büyük çekim etkisine sahip. Ve sürekli olarak hareket
ediyor.
Dolayısıyla
bu deliğe giriş yapan her ne ise, ya kara deliğin ucunda bir tür holograma
dönüşüyor ya da başka bir evrende yeniden ortaya çıkıyor. Bu arada bilgilerinin
bir kısmını geçiş sırasında kara deliğe bırakıyor. Delikten çıkarken de oradan
aldığı bilgilerin bir kısmı ve eski bilgileri harmanlanıyor. Bir anlamda yapısı
değişiyor.
Kısacası
kara deliğe düşen bir parçanın; aynı evrene geri dönmesi şu anki bilgilerle
mümkün görünmüyor. Ancak üzerindeki yoğun çalışmalar aralıksız devam ediyor.
Şimdi
gelelim kendi iç dünyamızdaki kara deliklere.
Dipsiz
karanlık kuyulara.
Endişelerin,
korkuların kök saldığı; umudun girişine yasak konulan bir yer burası.
Tıpkı
evrendeki güçlü kara delikler gibi; tüm olumlu duygularımızı, iyi ve insalcıl
yanlarımızı hoyratça içine alıyor.
Kendi
kişisel keşif yolculuğumuzda, egomuzu önümüze çıkarıp bizi iyice harap ediyor.
Yaşadığımız olaylara ve hatta düşüncelerimize bile inanamaz hale geliyoruz.
Her
şeyden kendimizi sıyırıyor, yüzleşmekten kaçıyor ve kendimizi ya da birilerini suçluyoruz.
Bunu
yaptıkça aynı kötü olay ve kişilerle yeniden karşılaşıyoruz. Sonu gelmeyen bir
döngüdeyiz sanki. O kapandan kurtulmanın, her bir parçamızı, lime lime olmuş
kalbimizi o kara deliklerden kurtarmanın bir yolu olmalı.
Var
elbette. İlk adım farkındalıkla başlıyor.
Ne
zaman duygu ve düşüncelerimizi fark eder; her şeyin sorumluluğunu üstlenir,
kendimizi suçlama oyununa bir son verirsek; o zaman kara deliklerle köşe
kapmacamız son bulacak.
Değişmesi
gereken bizim dışımızdakiler değil, kendi iç dünyamız.
Aslında
her şeyin kendi elimizde, kendi iç dünyamızdaki şükürlerde gizli olduğunu
anladığımızda; kara delikler birer birer yok olacak. Kendimiz değişirken, bir
de bakacağız ki dış dünyamız da değişmiş. Aslında değişen sadece bizim
algılarımız.
Huzursuzluğumuzu,
kıskançlığımızı, çekememezliğimizi, başkalarından öç almak isteyen yanlarımızı
törpüledikçe, kendimize güvenimiz artacak.
İyi
hisler, iyi düşünceleri çekecek. Affeden, hoş gören, olaylar karşısında
sakinliğini koruyan, kalitesini bozmayan, zarafetini elinden düşürmeyen,
anlayışlı, özgür, sevgi dolu olmamız işte bu kadar kolay.
Unutmayalım
ki hayat bir mıknatıs gibi. Sevgi dolu bir kalple tebessüm eden yüzler nasıl
birbirini çekiyorsa; nefret, öfke, kıskançlık, kavga ve kırgınlıklar da
birbirini çekiyor.
İnanarak,
sevgi dolu kalbimizi herkes ve her şey için kullanmaktan korkmayarak; iç
dünyamızdan dış dünyamıza şahane bir geçiş yapabiliriz. Ancak o zaman depresyon,
korku, endişe, öfke ve kırgınlıklar yüzünden kendi kara deliklerinde kaybolan
olmayacak.
Ben
buna inanmak istiyorum. Peki ya sizler?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
16.01.2017
Kaynaklar:
https://tr.wikipedia.org; https://www.safaknakajima.com; https://onedio.com; https://gulenaypema.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder