Gerçekte
kimiz?
Bizi
biz yapan hangi özelliklerimiz?
Bu
alanda sorulacak o kadar çok soru var ki.
Bu
nedenle başlığımız da bir soruyla oldu. Felsefenin derinlerinde bulabilir miyiz
bu cevapları bilemiyorum. Ama bu yazımda beraberce düşünelim istedim.
Yaşamımız
boyunca her an değişiyoruz aslında.
Elbette
hem fiziksel hem de ruhsal olarak.
Kısa
sürelerde fark edilmeyen bu değişimler; aradan geçen yılların sayısı arttıkça
belirginleşiyor. Seneler sonra gördüğümüz bir okul arkadaşımıza baktığımızda
genellikle bu gerçekle yüzleşiyoruz.
Ruhumuz
her dem genç kaldığı için mi, yoksa içimizdeki çocuk hep heyecanla yaşama tutunduğu
için mi bilinmez; biz kendimizdeki o büyük değişimleri fark edemiyoruz. Öyle
değil mi?
Henüz
yeni doğduğunu duyduğumuz bir bebeğin; bir anda karşımıza okullu olarak çıkması;
senelerin acımasızlığını yüzümüze çarpıyor belki de. Ve çoğu zaman geçen
yıllarımıza hayıflanıyoruz.
Öyle
ya da böyle. Açık olan bir şey var ki, o da evrendeki her şey gibi bizim de
değişime uğramamız. Bu değişime ayak uyduranların başında da hücrelerimiz
geliyor. Her biri çoğu durumda defalarca yenileniyor. Biz deneyimler kazanıp,
tecrübemizi katlarken; hafızamıza kaydedilenler zamanla unutuluyor.
Sonuçta
yaşam boyu taşıdığımız ismimizle ve hayat duruşumuzla hep AYNI KİŞİ olduğumuzu
savunuyoruz. Kişisel kimliğimizi oluşturan ana etkenlere felsefi açıdan bakınca
ise soru işaretleri de ardı ardına patlıyor.
Mantık
olarak doğrudan düşününce; bunca değişime karşın; yine de aynı kişi olduğumuzu
bize düşündüren sebep nedir? İşte bunu bulmamız lazım.
Biliyorum
benim gibi çoğumuz bunu belirleyen ana etkenin genler olduğunu düşünüyoruz. Bizi
biz yapan her şeyimiz genlerimizde saklı. Ancak gelin görün ki; filozoflar bu
varsayımı kabul etmiyor. Soruları ile kafamızı karıştırıyor.
İzlediğim
bir videoda da bazı basit sorular vardı. İşte bir kaçı.
Örneğin;
tüm saçlarını kaybeden birisi hala o kişi mi, değil mi?
Hepimizin
cevabı. Elbette o kişi.
Peki
o kişi bir parmağını kaybederse. Hala o kişi olarak kalır mı? Elbette.
Peki
ya bacaklarını kaybederse. Hala kişiliğini korur mu? Evet korur.
Buraya
kadar bir sorun yok. Aklımıza yatan, bizim de katıldığımız soru ve cevaplar
hepsi.
Şimdi
daha ilginç bir soruda sıra. O kişinin karşısına kötü kalpli birisi çıksa ve
tüm parçalarını ondan istese; sadece tek bir parçasını onda bıraksa… Sizce o
kişi hangi parçasını seçer?
Kolunu,
bacağını, elini mi? Yoksa beynini mi?
Siz
olsaydınız bu sorunun muhatabı; siz hangisini seçerdiniz?
Benim
gönlüm de çoğumuz gibi beyinden yana. Ama şüphelerim de yok değil açıkçası.
Peki
beynimizde hangi parçamız daha elzem? Hiç düşündünüz mü?
Örneğin
başına darbe alan ve masa tenisi oynamasını unutan bir kişiyi düşünelim.
Hala o
kişi değil midir? Evet, o kişidir. Yine bir darbe ile çok iyi bildiği yabancı
dilini unutsa. Yine aynı kişi olarak kalır mı? Evet.
Bu
durumda, teknik yeterlilikler, beceriler; kişisel benliğimize yakın değerler
değil.
Peki
ya çocukluktan itibaren gelen, o hiç unutulmayan anılarımız. İlk aşkımız, ilk
gezimiz, ilk hayvanımız. Bir şekilde hepsini unutsak, yine kendimiz olmaz
mıyız?
O
halde bizi gerçekte biz yapan şey nedir? İşte cevabı.
KARAKTERİMİZ.
Olaylara
verdiğimiz tepkiler, tavır ve davranışlarımız. Sevdiklerimiz, sevmediklerimiz,
korkularımız, eğlenceli bulduklarımız, Tüm bu özelliklerimiz değişmedikçe biz
değişmiyoruz. Aynı kişi olarak kalıyoruz. Bir şekilde onları hatırlamıyor olsak
da, çevremizdekilerin hatırlatması ve bilgilendirmesi ile benliğimizi
koruyoruz. Çünkü karakterimiz değişmiyor.
İşte
bu fikrin babası İngiliz düşünür John Locke.
Onun
deyimiyle kişisel kimlik Bilincin AYNILIĞINdan oluşuyor. Benliğimizin özünü
oluşturan değerlerimiz, huylarımız hep bizimle kalıyor. Üstelik hayattan
ayrıldıktan sonra da kendi neslimiz üzerinden yaşamaya devam ediyor.
Varsayımlar, düşünceler, felsefik yaklaşımlar…
Hepsi
özümüzü irdelememizde birer vesile bana göre. Biraz düşünmek, kafa yormak ve
hayata kaldığımız yerden devam ederken; daha geniş bir çerçeveden bakabiliyor
olmak asıl olan.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
28.09.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder