Ne
kendimize acıyarak yaklaşacağız. Ne de üstün göreceğiz. Sadece ayrıcalıklı
olduğumuzu düşüneceğiz. Hiçbir varlıktan farkımız yok. Koşulsuz farkındalıkta
kalabilmek işin ana teması.
Özümüz
sadece İNSAN olmakta. Bakın minicik bir öykü satırlarımızı nasıl güçlendirecek.
Günlerden
bir gün bir bilgeye nasıl insan olunacağı sorulmuş. Bilge bunun üç aşaması
olduğunu söylemiş. İlk adım; kötülük yapanlar hakkında kötülük düşünmemek.
İkinci adım; kötülük yapanlara iyilik yapabilme özgüvenine sahip olmak. Son
adım ise; iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek kadar
olgun kalabilmek.
Bizler
henüz ilk adımı bile atamadık sanki. Ne dersiniz?
İşte
bu nedenle, yaşam boyu dikkate almamız gereken dört adıma sıkıca sarılmak
gerek. Hepsi son derece kolay ve uygulanabilir. Yeter ki yaşam adımlarımızın
FARKINDA olalım.
*İlk
adım için elimizde muhteşem bir güç var. Kendimizi ifade ederken ve iletişim
kurarken kullanıyoruz bu gücü. Ancak güçlü olduğu kadar da tehlikeli olduğunu
unutmuyoruz. Elimizden geldiğince kullandığımız sözcüklerde kusursuz oluyoruz.
İçimizdeki negatif duyguları, kini, öfkeyi, nefreti DEĞİL; sadece sevgiyi
iletiyoruz. Böylece sözün büyüsüne yani elimizdeki bu özel armağana hakkını
veriyoruz.
Yazarımız
onu keskin bir kılıca benzetmiş. Haksız da değil. Bizi hayallerimizle de
buluşturabilir. Elimizdeki her şeyin yok olup gitmesine sebep de olabilir. Aman
sözcüklerimize dikkat.
*İkinci
adımda; etrafımızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamıyoruz. Şimdi çoğumuz
hemen inkar edeceğiz, kişisel algılamadığımızı düşüneceğiz biliyorum. Ama
yapıyoruz. İşin kötüsü; kişisel algılayarak; söylenen her ne ise onunla içten
anlaşma da yapıyoruz. Ve bunun farkında bile değiliz. Dolayısıyla fark etmeden
zehri zihnimize yerleştiriyoruz. Bu saatten sonra da her şey kendimizle ilgili
sanıyoruz. İçimizdeki BEN duygusu kartopu gibi büyüyor maalesef.
Oysaki
Toltek öğretisinde; direkt şahsımıza söylenen sözler ya da hareketler dahil;
hiçbir şey BİZİMle ilgili değil. Kime ait biliyor musunuz? Tüm bunlar onu
kullanan kişilerin SADECE kendi zihinlerinde yarattığı düşünceler. O kadar.
Biz
kişisel algıladığımız anda rahatsızlık duymaya başlıyoruz. Ardından da tepki
veriyoruz ister istemez. Halbuki bizimle alakası yok. Söyleyen kişinin kendi
bakış açısı ve dünyasını yansıtıyor.
O
halde neden sahipleniyoruz?
Bu
sorunun yanıtını ben de bilemiyorum aslında. Çocukluktan itibaren süregelen
alışkanlıklar mı dersiniz? Büyük ihtimalle. Bu dediklerim sadece kötü söz ve
tavırlar için geçerli değil üstelik. Nedense başkalarının övgü dolu
düşüncelerine ihtiyaç hissediyoruz. Kendi iç sesimiz ve öz güvenimizin her şeye yeterli olduğunu ivedilikle
anlamamız şart. Yoksa bu adımda debelenip kalacağız. (devamı diğer adımlarla
3/3’de)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
03.06.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder