11 Mayıs 2015 Pazartesi

SEN BANA EMANETSİN

‘’Gülümsemek, içinden ağlamak gelse bile gülümsemek. Ruhu yıkamalı ve elimizden geleni ortaya koyma ihtiyacına cevap vermeli.’’ diyor Paulo Coelho – elimden düşüremediğim ‘Aldatmak’ romanında.

Öyle benlik bir cümle ki. Çünkü ben de her sabah aynanın karşısına geçip kendime gülümsüyorum; elimden geldiğince. Benim için güne enerjik başlamanın en kolay ve etkili yolu. Böylece etrafımızdaki her şeye, herkese, hayata gülümseyen gözlerle bakmamız mümkün diye düşünüyorum.

Bunu başarabildiğimiz ölçüde mutluyuz aslında. Öyle değil mi? Başkaları için değil, öncelikle kendimiz için, hayatımızı kolaylaştırmak adına. Sonrası zaten o denli kolay ki. İş kendimizde bitiyor her şeyiyle.

‘’Maharet güzeli görebilmektir. Sevmenin sırrına erebilmektir. Cihan alem herkes bilsin ki, en büyük ibadet sevebilmektir.’’ diyen Yunus Emre’ye kulak verme zamanı şimdi.

Güzel nerede mi? Her yerde. Hayatın içinde. Her detayda. Ve hepsinden çok daha yakında. Bizde. İçimizde. Aynanın karşısına geçtiğimizde, sevgiyle gülümseyen gözlerimizde. Ruhumuzda. Kalbimizde. Bulduk değil mi?

Şimdi sırada ikinci adım var. ‘’Sen bana emanetsin!’’ diyeceğiz kendimize. Bu cümle öyle sıradan değil. Derin. Kapsamlı. İçinde kendimizden özür dileme ve affetme saklı. Kendi bedenimize ve ruhumuza çok iyi bakma sözüne sahip. Gözlerimizden kalbimize akan o sıcacık sevgiyi hissedelim. Bu öyle güzel ki. Kendisine böyle bakan bir insanın; etrafındaki her canlıya aynı bakışlarla, aynı sıcacık sevgiyle yaklaşacağını adım gibi biliyorum ben.

Oysa bizler kendimizi hep ikinci planda tutmayı yeğliyor ve sevdiklerimiz adına bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Elbette bu da çok keyifli. İçtenlikle yaptığımız için mutlu da oluyoruz. Ama kendimizi hep arka planda tutmak; geçen zaman içinde bizi yormaya başlıyor. Mutluluğumuz, onların mutluluğuna ve iyi olmalarına endeksli çünkü. Hırpalanıyoruz içten içe.

Hele hele kendimizi başkalarına emanet ettiysek vay bizim halimize. Kendi hayatımızı, vereceğimiz kararları, atacağımız adımları hep başkaları belirliyor. Başlarda kolayımıza geliyor belki de. Ama biliyor musunuz; bunu yaparken özgürlüğümüzü altın tepside sunduğumuzun farkında bile değiliz. 

Sorumluluktan kaçan yanımız mı bizlere bunu yaptıran bilemiyorum. Sonuçta hataları başkalarına yükleyerek kolaya kaçıyoruz. Yol ayırımlarındaki kararların sadece bizimle alakalı olduğunu görmezden geliyoruz. Ve beklenen son.  Hayatımızı istediğimiz gibi şekillendiremiyoruz. Sonra da en çok üzülen biz oluyoruz. Yalan mı?

Hayatta her şeye rağmen cesur olmak bu kadar mı zor? Kısacık bir zaman dilimindeyiz hepimiz. 
Cesaretle atılmak varken yaşamın içine; hep çekingen ve korkak kalmak niye? Kavga, kin, nefret ve öfke içinde yaşamanın kime yararı var ki? Hiç kimseye.

Paulo Coelho’nun dediği gibi tıpkı. Risk almaktan korkuyoruz. Hatta olayların kendi kontrolümüz dışında değişeceğini düşününce dehşete  kapılıyoruz.

Üstelik biz cesareti öyle yanlış tanımlamışız ki ruhumuzda. Cesur olan bir insanı korkusuz sanıyoruz. O da korkuyor aslında hem de deliler gibi. Ama korkularına rağmen durmuyor. Harekete geçiyor. İşte gerçek cesaret.

Hayattan korkmadan, yeri geldiğinde korkularına rağmen özgürce ve hayallerince yaşayabilmeyi öğrenmeli insan. Yaşı kaç olursa olsun, fark etmiyor. Yakaladığımız noktada sarılmak gerek hayata. Böyle yazılacak bir yaşam öyküsü hepimize nasip olsun.

‘Sekiz Saniye’ filmini izleyenler hatırlayacaklardır. Bize yaşamın yanıp sönen bir ışık kadar kısa olduğunu anlatan satırlarını da. Sadece 8 saniye. Düşünsenize. Derin bir nefes aldık ve daha verirken bitti bile.

Önce 8 saniyeyi açıklamama izin verin lütfen; filmi izlemeyenler için.

Güneşimiz, Samanyolu merkezinin çevresinde yaklaşık 26.000 ışık yılı uzaklıkta dönüyor. Bu o kadar uzun bir yol ki. Bir tam dönüşünü 225-250 milyon yılda bir ancak tamamlıyor. Yaklaşık yörünge hızı saniyede 220 km. Bu ise her 1400 yılda 1 ışık yılı demek. Dolayısıyla güneşin perspektifinden dünyaya bakalım mı? Ortalama bir insan ömrünü 70-80 yıl kabul edersek; bu rakam yaklaşık 8 saniyeye denk geliyor. Bu kadar kısacık bir zaman dilimi işte yaşadıklarımız.

Bunu fark ettiğimizde hayatın ne denli kıymetli olduğunu daha iyi anlıyor insan. Öyle değil mi? Üstelik zamanımızın büyük bir kısmı da uykuda geçiriyoruz. Ve hepsinin toplamında kocaman bir sır var; bilemediğimiz. Ancak yaşayarak görebileceğimiz.

O halde her bir detayın tek tek FARKINDA olmamız gerekli.

Kendimizin, sevgimizin farkında olarak işe başlamak de en doğrusu elbette. Böylece hayatın ne kadar MUHTEŞEM olduğunu anlayabiliriz. Kendi özümüzden bütüne doğru sevgiyle yol alırken; heybemize muhteşem anlarımızı eklememize kimse mani olamaz.

İşte bu sebepten; aynada ilk kendimize gülümsememiz önemli.  Yine işte bu sebepten; emanetimize sevgimizle KENDİMİZİN sahip çıkması gerekli.

Haydi gelin rutin olarak yaptığımız her şeyi kırarak başlayalım işe. Farkında olmadan yaptığımız her hareketi farklı yollardan, farklı şekillerde yapalım. İçine mutlaka sevgimizi katalım. Hayatın her anından keyif alarak soluklanalım, koşturalım, yaşayalım.

Uzmanlar ‘’Farkında olmak farkındalıktır. Tesadüfleri fark etmektir.’’ diyor. Katılmamak elde mi?

Düşüncelerimizi fark ediyoruz. Ağzımızdan çıkan sözcükleri fark ediyoruz. Onları sevgiyle süslüyoruz. Davranışlarımızı fark ediyoruz. Zarafetin tınılarından ve saygının kulvarından hiç ayrılmıyoruz. Sonuç mu? Hem kendimize hem etrafımıza; yaşanabilir, gülümseten bir hayatın yollarını açıyoruz.

Tıpkı ünlü Hintli düşünür Buda’nın dediği gibi.

‘'Kelimeler; hem doğru hem de zarifse dünyayı bile değiştirebilirler. ‘’

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

08.04.2015

Kaynak: Ömer Faruk Sorak imzalı, 2015 yapımı ‘SEKİZ Saniye’ filmi; http://www.sonsuzsifa.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...