31 Ağustos 2014 Pazar

KAPADOKYA’YI bir de BENDEN DİNLEYİN(2/2)

Kapadokya’yı gezmeye, havasını solumaya devam ediyoruz. 

Çömlek yapımının merkezi Avanos var sırada. Özel tezgahları ille el maharetini buluşturan ustaların memleketi. Sergiledikleri karşısında şapka çıkarmamak olmaz.

Acemi ellerimle buluşan o kızıl toprak. Ne çok sevdim onu ellerimle kavrarken. Suyla ve emekle bir şekle bürünmeye çalışırken kızıl toprak; çocukça kahkahalarım yanımdaydı. Yıllardır yapmayı çok istediğim bir şeyi yapıyor olmanın hazzındaydım galiba en çok da. Ve evet ilk defa denediğim halde başardım, Minicik bir saksı yaptım, kenarları ondüleli hem de. Elbette yardımla, ama olsun.

Ürgüp ve Göreme hakkında ne yazsam kelimeler o doğal gücün karşısında yetersiz kalır biliyorum. Tepede yazın yakıcı güneşi, aşağıda ayaklarınızın her adımıyla hareketlenen toz olsun ne olur ki. Adım adım tarihe eşlik ederken; bir yandan da doğanın zarafetine hayran kalmak; her şeye değiyor inanın bana.

İçiniz pür telaş. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak adına, gözleriniz adeta bir radar gibi tarıyor etrafı. Yorgunluk mu? Sıcak mı? Susuzluk mu? Onlar da neyin nesi? Her şey öyle doyuruyor ki ruhunuzu, gerisi teferruat sadece.

Üstelik bitirilen her bir bölge sonrası içilen portakal suyunun tadını ömrünüz boyunca unutamayacaksınız. İçinde sevgi var çünkü. Güzel ülkemin o gönlü zengin sunuşu var.

Kapadokya’da olup da; yol boyunca uzanan sapsarı günebakanlarından söz etmeden olmaz. Güneş neredeyse o yana dönen narin boyunlarıyla öyle güzeller ki. İnsanın arabadan atlayıp; o tarlaların arasında kaybolası geliyor.

Toprak bereketli. Her yer ekili neredeyse. Bir akşam vakti kucağıma aniden konulan taze nohutları nasıl unuturum? İlk defa tadına baktığım o minicik, taze lezzet topları. 

Hele hele tadına doyamadığım çilekler. Hayatımda ilk defa bu denli güzelini yedim desem inanın abartmış olmam. Her ısırışta ağzınıza dolan o enfes tadı sizlerin de tatmanızı isterdim. İçlerinden adeta lezzet fışkırıyordu.

Ve son durak.

Sultan Sazlığı.

Türkiye’nin ikinci büyük kuş cenneti. Anlatması zor. Yaşamak gerek an be an. 
Elinizde dürbün, kalbinizde kuş cinslerini yakından görebilmenin heyecanıyla; sıcaktan kurumuş gölün engebeli topraklarında yol alırsınız adım adım, yavaşça. Belki bir adım sonrasında çamura batacaksınız; belli mi olur.

Ama o merak yok mu? İnsana her şeyi yaptırıyor işte.

Göğüslerindeki pembe renkle narin flamingo kuşlarını görmek öyle güzel ki. İçiniz o kuşların özgürlüğe kanat çırpınışlarına eşlik ediyor bir anda. Leylekler ise bambaşka bir görsel şölen.

Salla birbiri içine geçmiş sazlıklar arasında güçlükle yol alırken; nilüfer çiçeklerini ve pek çok kuş yuvasını yakından görmenin keyfi ise bir başka güzellik. Kendi yaşam alanlarına izinsiz girdiğimiz için olsa gerek, hemen suya atlayan yemyeşil kurbağalar, su yılanları, o güne değin hiç bilmediğiniz pek çok uçan kanatlı…

Sonrasında sizi yakalayan dinginlik. Eğri gölün yemyeşil suyunda süzülmenin keyfindesiniz şimdi. Tüm o zahmetli yolculuğa değiyor elbette. İşte ANI yakalama zamanı. Ruhunuz dinginliğe teslim olurken; içinizden şükürler geçiyor defalarca.

Bu minicik gezi notlarımda kaldığım köy evinden, sıcacık yürekli aileden, harika köpeklerinden söz etmeden olmazdı. İki gece boyunca Yeşilhisar Soğanlı’da bir köy evinde kaldım. Odaları oranın otantik havasına uyumlu olarak, mağara şeklinde yapılmış.

Hem de kim yapmış biliyor musunuz? Ailenin Atatürk ve İnönü sevdalısı; aynı zamanda bir flatelist olan babaları.

Yumuşacık kocaman yatakları, nakışlı sakız misali çarşafları, desenli kilimleri, rengarenk köy esintileriyle bezenmiş duvarlarıyla sizi sarıp sarmalıyor her bir oda. Ama hepsini güzelleştiren elbette o pansiyonu işleten ailenin sevgi dolu yüreği.
Sabahları yediğimiz köy kahvaltısını hepinizin tatmasını isterdim.

Güveçte özel olarak pişirilen omleti, tazecik köy biberi ve domatesiyle buluşan dumanı üstündeki menemeni, laf arasında çok sevdiğimi söylediğim için bana özel olarak hazırlanan yöresel mantarlı omletini nasıl unuturum. Hepsi buram buram sevgi kokuyordu.

Geziden çok geç döndüğümüz bir gecede yataklarından kalkarak bizlere sofralarını açan, börek kızartan, tebessümlerle çay demleyen, evlerindeki köy yoğurdunu paylaşmaktan gocunmayan ve sevgileriyle bizleri kucaklayan sıcacık yürekli bir aile var orada.

Akşamları içtiğimiz çaylar, yıldızların altındaki sohbetlerimiz ve yanımızdan hiç ayrılmayan köpekleri, kedileri. Güzel ülkemin son derece aydın, bilgili, kültürlü, mütevazi insanları onlar. Ellerinden gelenin fazlasını yapma telaşındalar. Sevgi dolu yürekleriyle bizleri öyle hoş tuttular ki…

Bu yazım aracılığıyla onlara vefa borcumu ödemek, pansiyonlarının linkini paylaşarak hayallerine umut olmak istedim ben de, naçizane.

İşte böyleydi; kısacık ama Anları ve anılarıyla kalbimde özel bir yer edinen KAPADOKYA.

Dilerim sizin de bir gün yolunuz oralara düşer. Ve sizler de benim aldığım keyif kadar keyifle dönersiniz yuvanıza. Dingin, huzurlu ve şanslı olduğunuzu hissederek; içinizden şükürler ederek.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

20.07.2014

Kaynak: http://tr.wikipedia.org; www.emekpansiyon.co.nr.wix.com (Yeşilhisar-Soğanlı Emek Pansiyon)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...