15 Temmuz 2014 Salı

HAYVANLAR DA BİZLER GİBİ (1/2)

Onların da duyguları var.

Onlar da hisliler.

Onlar da küsüyor.

Onlar da seviyor.

Onlar da bağlanıyorlar. Sebepsiz yere, gözü kapalı tıpkı bizler gibi.

Üstelik öyle fedakarlıklarda bulunuyorlar ki; gözlerimiz nemleniyor yaptıklarını okurken.

Bizler ise ne yapıyoruz?

Dünyaya insan olarak geldiğimiz için övünüyoruz.

Düşünebildiğimizi, kendi kendimize yetebildiğimizi ve kimselere muhtaç olmadığımızı sanıyoruz. Hatta bazen dozunu kaçırıp kendimizi evrenin tek imparatoru görüyoruz. Diğer canlıları; doğayı, yeşillikleri, ağaçları, ormanları ve hayvanları istediğimiz gibi yönetme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyoruz.

Yaralıyoruz. Kesiyoruz türleri yok etme pahasına. Sadece zevkimiz için. Atıyoruz. Terk ediyoruz. Kafeslere kapatıyoruz. Aç susuz bırakıyoruz. Azıcık şefkat göstermekten, yardım elimizi uzatmaktan kaçınıyoruz.

Peki bu davranışlarımızdan pişmanlık duyuyor, vicdan azabı çekiyor muyuz? Ne gezer.

Öyle bir tavır içindeyiz ki, onlar olmadan da yaşayabileceğimizi varsayıyoruz. İşte bu ön yargıyla birer buldozer gibi geçiyoruz tüm canların, canlıların üzerinden.

Halbuki hepimiz birer can taşıyoruz. Hepimiz birbirimize muhtacız. Ve doğadaki her şey olağanüstü bir dengeye sahip. Tek bir canlının eksikliği bile pek çok olumsuzluğa davetiye çıkarıyor. Bunun örnekleri hafızalarımızda taptaze. Öyle değil mi?

İşte bu yazımın amacı.

Bir tutam bilinmeyen özelliği ile hayvanlara dikkat çekmek. İçimizdeki sevgiye ve merhamete artılar katması umuduyla.

Hayvanların gizemli ve güzel dünyasının kapısını çarpıcı örneklerle aralayalım istiyorum. Çünkü bizler gibi can taşımasının ötesinde, daha derin bir durum var karşımızda. Satırları okurken hem gülümseyeceğiz hem de yaptıklarına şapka çıkaracağız.

Sırtı üstü yatarak uyuyan, bu arada eşlerinin ellerini sıkı sıkıya tutan su samurlarından başlayalım mı? Amaç uyurken birbirlerini kaybetmemek elbette. Yemeklerini de sırt üstü yatarken hazırlıyorlar. Nasıl mı? Karınlarının üzerine aldıkları deniz kabuklularını taşla kırarak. Bir nevi alet kullanıyorlar yani.

Alet yapımında ve kullanımında insan dışındaki en becerikli hayvan ise kargalar. 
Örnek mi? Plastik bir tüpün içindeki eti çıkartmak için önce tel arıyorlar. Sonra buldukları düz teli büküp kanca yapıyorlar ve mutlu son. Et gagalarında. Sahilden topladıkları midyeleri ya da düşen cevizleri yukarıdan atarak kırmaya çalışıyor, sonra da afiyetle yiyorlar. Hani çocukluktan bildiğimiz o tekerleme doğru değil artık. Kargalar gagalarındaki peyniri tilkiye kaptırmıyor.

Aynı aileden olan kuzgunlar da yaptıklarıyla bizleri şaşırtıyor. Çünkü farklı problemlere çok zekice çözümler üretebiliyorlar. Böylece zor durumlardan kolayca kurtuluyorlar. İçinde bulundukları vahşi doğayla da bu şekilde baş ediyorlar. Örneği okuyunca hak vereceksiniz inanın bana. Önlerinde yarısı dolu bir kap su var diyelim. Suya ulaşamadıkları için içemiyorlar haliyle. Peki vazgeçiyorlar mı dersiniz? Hayır. Kabın içine taş atıyorlar. Su seviyesini yükseltmek için. Hem de en iri taşları seçiyorlar. Süreyi kısaltmak adına.

Hepimizin sevgilisi köpekler ve kediler ise bambaşka. Özellikle köpeklerin eğitildiklerinde inanılmaz şeyler yapabilme yetileri var. Engellilerin hayatlarını kolaylaştıranlar bir yana, tek bir parmak işareti ile söylenene harfi harfine uymaları öte yana.

Kedilerin verdiği huzur ve rahatlama hissi ile sahiplerinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini hepimiz biliyoruz artık. Var olan hastalıkların tedavi sürecinde de olumlu etkileri var. Sahiplerindeki kanserli bölgenin üzerinde ısrarla uzanarak onları haberdar etmeye çalıştıklarını ise yıllar önce okumuştum. Hepsinde duyarlılık hat safhada çünkü.

Peki ya vefalarına ne demeli? Rusya'da yaşayan bir kadının, Özbekistan'dan taşınırken komşusuna bıraktığı Karim isimli kedisi buna harika bir örnek. Tam iki sene sonra; 3 bin 200 kilometre yol kat edip sahibinin yeni evini bulmuş çünkü.

Bir başka ilginç örnek saksağan kuşları ile ilgili. Yiyeceklerini saklarken diğer saksağanların kendilerini izleyip izlemediğine dikkat ediyorlar. Eğer kuşkulanırlarsa içleri rahat etmiyor. Uygun bir zamanı kolluyor ve yiyeceklerini çıkarıp başka bir yere gömüyorlar. Bu davranış içgüdüsel elbette ama pek çok şeyin farkında olduklarını da açıklıyor. Zaten Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde yapılan araştırmalar; saksağan kuşlarının öz farkındalığa sahip olabileceği göstermiş.

Ama onlar tek değil. Araştırmacılar bu konu üzerinde yoğunlaştıklarında özellikle fillerin, maymunların ve yunusların başı çektiğini gözlemlemiş. Yani; onlar da bizim gibi iç gözlem yapabiliyor. Kendilerini, çevreden ve diğerlerinden ayrı bir varlık olarak görebilme yeteneğine sahipler. Bu o kadar önemli ki. Üstelik bunun cevabı son derece basit bir testte gizli.

Test nasıl mı yapılıyor? Hayvanların alınları veya vücutlarının bir noktası boya ile boyanıyor. Sonra da karşılarına ayna tutuluyor. Söz konusu hayvan aynaya bakıyor. Eğer parmağı veya hortumu ile aynada yansıyan görüntüye değil de; kendi vücudundaki boyalı kısma dokunuyorsa testi geçmiş oluyor.

Eskiden kalma yanılgılarımızın değişme zamanı şimdi. Çocuklarımızı bu güzelliklerle ve hayvan sevgisiyle büyütme zamanı. Buna ihtimam gösterdiğimiz andan itibaren; yaşamın hepimize en nadide renklerini gösterdiğine tanık olacağız. Fark etmeden bütüne karışacak, sevgiyle sarıp sarmalanacağız. (devamı 2/2 ‘ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.06.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...