24 Nisan 2014 Perşembe

Duman < Jeton < Kart < Dakika < MB

Alexander Graham Bell ilk “Alo” dediğinden bu yana geçen 138 yılda telefon teknolojisi çok farklı bir noktaya geldi.

Tüm bu değişime rağmen sabit kalan tek şey iletişim kurma ihtiyacımız. Eskiden ses ve yazı yoluyla yapılan uzun mesafe görüşmelerde bugün görüştüğümüz kişiyi an be an görebiliyoruz.  Önceden çok pahalı ve ayrıcalıklı görünen bu imkânlar artık büyük çoğunluğun kullandığı akıllı telefonlara yüklenen uygulamalarla ücretsiz bir şekilde sunuluyor. Yüz yüze iletişimin yerini hiçbir şey alamasa da günümüzün hızlı yaşam koşullarında bu durumun çok zor olduğunu biliyoruz. Bu nedenle teknolojinin sunduğu imkanlar sayesinde şehirlerin yanı sıra arada okyanusların olduğu başka ülkelerdeki sevdiklerimizin yüzünü görebilmek ve konuşabilmek büyük mutluluk.

Yurtdışında yaşayan akrabalarını özleyenler, üniversitede okuyan çocuklarını merak eden aileler için teknolojinin en büyük nimeti olsa gerek. Birçok örneğe siz de tanık olmuşsunuzdur; yeni doğan bebeği görme, fikir almadan alışveriş yapamayan arkadaşa yardımcı olma, mezuniyet balosunda giyeceği kıyafeti ailesine gösterme gibi birçok özel ana tanıklık edebilme imkânı…

Bu ayrıcalıklı dünyayı sunan uygulamalardan biri olan LINE yüksek kalitede ücretsiz sesli ve görüntülü arama imkanı sunuyor. LINE uygulaması kullanılarak yalnızca akıllı telefonlar arasında değil, akıllı telefonlardan bilgisayar ve MAC’lere de arama yapılabiliyor. Üstelik Wifi, 3G ve 4G şebekeleri üzerinden yapılan görüşmelerde ek bir ücret de bulunmuyor.

Akıllı telefonunuzdan, tablet, masaüstü ya da dizüstü bilgisayarınızdan ücretsiz görüşmeye başlamak için LINE’ı şuradan indirebilirsiniz: http://line.me/tr/

LINE’da ücretsiz görüşme yapabilmek için birçok kısayol bulunuyor. Bunları hızlıca görmek için bu videoları izleyebilirsiniz:

Lıne da Ücretsiz Arama Nasıl Yapılır? | izlesene.com

Lıne da Görüntülü Arama Nasıl Yapılır? | izlesene.com

LINE ile hem mobil cihazlarda hem de bilgisayarınızda ücretsiz sesli ve görüntülü arama yapabilmeniz mümkün. Örneğin, eğer telefonunuzdan arama yapmak istiyorsanız, LINE arkadaş listenizde istediğiniz kişinin ismine tıklayarak LINE “Ücretsiz Arama” ve “Görüntülü” seçeneklerini kullanabilirsiniz.

Ayrıca arkadaşınızla LINE üzerinden mesajlaşırken aramanız gerektiğinde sağ üstte bulunan küçük ok işaretine tıklayarak size sunulan “Ücretsiz Arama” ya da “Görüntülü” seçeneklerini kullanarak kolayca arama yapabilirsiniz.

Görüntülü arandığınızda uygun bir ortamda değilseniz altta bulunan “Sadece Sesli Cevapla” seçeneği ile karşınızdaki kişinin kamerası açık olsa da siz sadece sesli olarak konuşabilirsiniz.

Sesli arama özelliği ile konuşurken ekranın altında yer alan kamera simgesine tıklayarak görüntülü konuşmaya geçebilirsiniz.

Ayrıca görüntülü arama özelliği ile konuşurken de sesli aramalara tek tuşla geçmeniz mümkün.

Eğer aramayı bilgisayarınız üzerinden gerçekleştirmek isterseniz, arkadaşlar listesinde görüşmek istediğiniz kişinin fotoğrafına tıkladıktan sonra açılan ekrandan sohbet, ücretsiz sesli arama ya da ücretsiz görüntülü aramayı seçebilirsiniz. Ayrıca görüşmek istediğiniz arkadaşınızın adına farenizin sağ tuşuyla tıklayarak da aynı menüye ulaşabilirsiniz.

Yazılı sohbet ettiğiniz bir kişiyle sesli ya da görüntülü aramaya geçmek için sohbet ekranın sağ alt tarafında yer alan arama ya da video sembollerini kullanabilirsiniz.

Eğer hala LINE’la tanışmadıysanız, hemen indirip ücretsiz görüşmeye başlayabilirsiniz: http://line.me/tr

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

21 Nisan 2014 Pazartesi

DEVASA BİR BEDENİN PARMAK UCU RİTİMLERİ (2/2)

Vahşi doğanın bu güzel üyeleri, geniş sürüler halinde hep beraberce yaşamayı seçmişler. Çok kalabalık olmalarına karşın; aralarındaki uyum, birliktelik ve bağlılık hepimize örnek olacak türden. Birbirlerinden uzak mesafelerde olmaları bir bütün halinde hareket etmelerine engel de değil üstelik.

Maalesef bizler iki kişi bile aramızda zor anlaşırken, onların bu karmaşık yapıda bu denli uyumla adım atmalarını bir değil iki kez düşünmek gerek. Sizce de öyle değil mi?

Kurak mevsimlerde sürüler halinde göç ediyorlar. Hep aynı yolu izliyorlar. Geçtikleri yolları ise tıpkı bir elektrik süpürgesi gibi tertemiz yapıyorlar.

Bir aile düzeni içinde yaşayan filler eşlerini kaybettiklerinde ne yapıyorlar dersiniz? 
Kaynaklar, onların da kalp kırıklığından öldüğünü belirtiyor. Üzgün oldukları için yemeyi bırakıyorlar. Bulundukları yere uzanıp açlıktan ölünceye kadar gözyaşı döküyorlar. Ve gelecek herhangi bir yardımı reddediyorlar. Bu dramatik tablo karşısında; bir hiç uğruna eşlerini, çocuklarını terk edenleri düşünmeden edemiyor insan. Haksız mıyım?

Fillerden bahsederken hortumlarını es geçmek olmaz elbette. Çünkü hortumları onları diğer tüm hayvanlardan ayıran bambaşka bir güzellik. Üzerinde hem burnu hem de üst dudağı taşıyor. Son derece kıvrak ve güçlü. Tam elli bin kasla donatılmış. Öyle yetenekli ki. Koku alıyor. Cisimleri tutuyor, taşıyor, beslenmesini, yıkanmasını sağlıyor. Yeri geliyor en uzun parmağı oluyor. Yeri geliyor bir hoparlör veya borazan görevini üstleniyor. En ağır işleri kolayca yapmalarına da olanak tanıyor.

Ama bununla beraber, tıpkı parmak ucunda yürümeleri gibi, hortumlarını en nazik ve incelikli işlerde başarıyla kullanabiliyorlar. Örnek mi? Minicik bir bezelye tohumunu düşünün.  Tıpkı bizler gibi başka hiçbir şeye zarar vermeden, onu nazikçe koparıyor, ağızlarına atıp keyfine varıyorlar. Bir anda gözünüzde canlandırın, ne kadar hoş bir mizansen; öyle değil mi?

Peki hortumlarını böyle beceriyle kullanmayı ne zaman öğreniyorlar dersiniz? Doğuştan mı? Değil maalesef. Çünkü bebek fillerin çoğu hortumlarını kullanmayı öğrenene kadar üzerine basıyor, takılıyor ve yere düşüyor. Anne filler ise tam 6 ay boyunca bıkmadan usanmadan, yavrularına hortumlarını nasıl kullanmaları gerektiğini öğretiyor.

Derileri çıplak, kıvrımlı ama çok kalın olduğu için terleyemiyorlar. Bu da sıcak bölge hayvanı olmalarına rağmen en büyük dezavantajları elbette. Sıcaklarla mücadele için ya çamurlu su birikintilerini kullanıyorlar. Ya da büyük kulaklarını yelpaze gibi sallıyorlar.

Bizlere benzeyen bir başka yönleri de karınlarının guruldaması. Ancak bu ses bizdeki gibi sindirimle ilgili değil. Üstelik bu durumu kontrol altında tutabiliyorlar. Ve çıkardıkları sesle birbirlerinin yerini 3-4 km uzaklıktan bile kolayca tayin edebiliyorlar. Tehlikeyi hissedince tamamen sessiz kalan filler, tehlike geçince yine ses çıkarmaya ve haberleşmeye devam ediyorlar.

İletişim teknikleri oldukça özel. Burun boşluklarının kafatasına bağlandığı alın bölgesinde titreşen bir nokta sayesinde; insan kulağının duyamayacağı düşük frekanslı (20 Hz.’in altında) sesler çıkarabiliyorlar. Bu onların en uzak mesafelerle kolayca iletişime geçmelerine olanak tanıyor. Bu kadar düşük frekansı kullanmaları ise bir tesadüf değil. Doğal bir zorunluluk. Çünkü yüksek frekanslı sesler yaşadıkları ormanda ağaçlar tarafından çok çabuk sönümleniyor. Oysa ki düşük frekanslı sesler  yok olmadan en uzak noktalara kolayca erişebiliyor.

Kendileri dışında kimsenin anlayamadığı şifreli gizli bir sesle haberleşip birbirlerini kolayca buluyorlar. Ve aldıkları komuta anında uyum sağlayarak; bir anda organize oluyorlar. Herkesin duyduğu ve gök gürültüsüne benzer sesleri sadece korkutma amaçlı kullanıyorlar. Kendi aralarındaki konuşma türü ise tamamen gizli ve kodlu.

Filler ninni de söylüyor. Şaka gibi değil mi? Grup içindeki bir yavru fil, annesini ya da yolunu kaybedip bağırmaya başladığında ne mi oluyor? Grubun yetişkin dişi filleri hemen onun çevresine geliyor ve ninniye başlıyor. Çok düşük frekanstaki bu sesle önce onu sakinleştiriyor. Sonra da annesiyle buluşmasını sağlıyor. Grup halinde giderlerken; yavru fillerin öğle uykusu ihtiyacı için hep beraber duruyor ve onların uyanmasını bekliyorlar. Bunu tek bir komut ve uyarı ile anında ama son derece uyumla yapıyor.

Sonuçta aile olmaları, hassaslıkları, yavrularını ve eşlerini önemsemeleri, sosyal bir yapı kurup, uyum içinde beraberce hareket etmeleri ile vahşi doğanın içinde parıldayan yürekler onlar. Belki biraz ders alabiliriz diye düşünüyorum.

Uyumdan, birbirlerinin hakkını gözetmekten, küçükleri koruyup yaşama sevgi ile hazırlamaktan, birbirimize saygı duyup yaşama sımsıkı sarılmaktan daha güzel ne var ki şu dünyada? Bencil olmamızın kendimiz dahil kimseye bir faydası yok inanın bana. Beraberce PAYLAŞARAK çoğalmak ve hayatın keyfine varmak en güzeli.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

15.03.2014


DEVASA BİR BEDENİN PARMAK UCU RİTİMLERİ (1/2)

Detaylarına indiğimde beni son derece meraklandıran bir yaşamdan söz etmek istiyorum bu yazımda. Bizlere şaşırtıcı derecede benzeyen, aile olarak yaşayan, yaşlılarını asla terk etmeyen, şefkat dolu canlılar onlar. Kocaman bir beden, kocaman kulaklar, hemen her işe yarayan bir hortum ve sıcacık bir kalbin sahipleri.

FİLLER.

Öyle güzel bir dünyaları ve bizlerin bilmediği öyle gizemli yönleri var ki. Araştırdıkça ve okudukça insanı şaşırtıyor ve tebessüm ettiriyor. Sıkılmayacağınızdan eminim, bu nedenle de paylaşmak istedim.

Memeli hayvanlar içinde en büyük beyne ve beyin kıvrımlarına sahipler. (İnsan beyninden dört buçuk kat daha büyük ve %50 fazla kıvrımlı) Dolayısıyla günlük yaşam anılarını belleklerinde kolayca biriktiriyor, ömür boyu hiç unutmuyorlar. Bu özellikleri, her yeni gün nerede yiyecek bulacakları konusunda en büyük yardımcıları. Üstelik beyin kıvrımlarının fazlalığı nedeniyle karşılaştıkları her problemi ustaca çözebiliyorlar. Son derece de meraklılar.

Ömürleri altmış ile yetmiş beş yıl civarında. Asya ve Afrika filleri olmak üzere iki türü var. Asya filleri 4.5 ton ağırlığa ve 3.2 metre boya sahip. Afrika filleri ise daha büyük. Tam 7.5 ton civarında ve 4 metrelik boyları var. Bulundukları kıtanın doğal şartlarına ve iklimine göre; hem fiziksel hem de beslenme olarak farklılık gösteriyorlar.

Bizleri şaşırtan en önemli özellikleri hiç kuşkusuz parmak ucunda yürüyor olmaları. Oysa ki düz mantıkla baktığımızda; devasa ağırlığa sahip olmaları nedeniyle, bunun neredeyse imkansız olduğunu düşünmemiz son derece normal. Ancak ayak, parmak ve eklem yapıları mükemmel. Ayak parmak kemikleri çok kuvvetli bağ dokusu ile birbirine bağlı. Ama onları parmak ucunda yürüten minicik bir minder. Parmak kemiklerinin arasında ve ayak tabanında yer alıyor. Aslında bir yağ dokusu. Ağırlığı ve basıncı geniş bir yüzeye yayma özelliğine sahip. Öyle ki yuvarlanan bir nesneyi ezmeden durdurabiliyorlar. Yani dokunuşlarında, yeri geldiğinde bu kadar da narin olabiliyorlar.

Büyük bir bedene sahipler. Dolayısıyla beslenmeleri için günde neredeyse 300 kg ot çiğniyorlar. Hal böyle olunca dişlerinin yapısı ve sayısı hayli önem kazanıyor. Ancak diş sayıları ile yine bizleri şaşırtıyorlar. Çünkü her filin ağzında topu topu dört diş var. 
Çok çabuk aşınması da cabası. Üstteki sivri ve uzun dişleri hem kendilerini savunmak hem de delik açıp su çıkarmak için kullanıyorlar. Yaşamları boyunca altı kez yenilenen dişleri sayesinde beslenmelerine rahatça devam ediyorlar. Son dişlerini kaybettiklerinde ise açlıktan ölüyorlar.

Kocaman gövdelerine uygun kocaman kulakları var fillerin. Onları oynatarak hem birbirleriyle iletişim kuruyor, hem de serinliyorlar. Adeta birer yelpaze gibi çalışan kulakları; Afrika fillerinde biraz daha büyük. Nedeni bulundukları bölgenin sıcaklık durumu.

Fillerin göz yapıları bedenlerine kıyasla oldukça küçük. Ama yine sıkı durun. Çünkü bizler gibi içten gelerek ağlayan tek hayvan onlar. Aile halinde yaşadıkları ve birbirlerine çok bağlı oldukları için; topluluklarından bir üyeyi kaybettiklerinde onun başında bekleyip gözyaşı döküyorlar.

Belki de bizlerden daha çok kadir kıymet bilen filler; kendilerini yetiştiren bakıcılarını da asla unutmuyorlar. Bunun en güzel örneği bir Amerikan sirkinde yaşanmış. Yıllarca kendisini sevgiyle yetiştiren bakıcısının cenazesini taşırken ağlayan Buddy isimli fil, yaşadığı hüzünle herkesi duygulandırmış. Yapılan iyiliklerin gün gelip karşılık bulacağının en hoş örneği bence.

Anne fillerin gebelik süresi 22 ay sürüyor. Sadece tek yavru doğuruyorlar. Müthiş bir annelik güdüleri var. Yavrularını gözlerinin önünden hiç ayırmıyorlar. Kaç yıl dersiniz? Tam 12 yıl. Böylece bulundukları vahşi ortama her anlamda hazır olmaları için tüm eğitimi de veriyorlar.

En çok baldan hoşlanan filler; et, balık ve meyve de yiyorlar. Doğanın son derece vahşi ve yırtıcı memelilerinden. Dolayısıyla onları eğitmek, büyük sabır biraz da acımasızlık gerektiriyor.

Henüz yavruyken ailesinden kopartılıp; kalın zincirlerle bir kazığa bağlanıyor. Zincirlerinden kurtulup özgürlüğüne kavuşmak için tüm gücüyle çabalayan yavru fil; yıllar geçtikçe mücadelesinde yenik düşüyor. Ve artık özgürlüğüne kavuşamayacağına inanıp mücadeleyi bırakıyor. Bir anlamda tutsak olarak yaşamayı kabulleniyor. Aradan geçen yıllar içinde kocaman bir gövdeye ve güce sahip olduğu halde; zincirlerinden kurtulmayı asla denemiyor. Çünkü bir daha özgür kalamayacağına tamamen inanıyor. ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK olarak da adlandırılan bu durum; aslında bir hayat dersi olarak, unutulmaması gerekli bir nokta diye düşünüyorum. (devamı 2/2 ‘ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

15.03.2014

15 Nisan 2014 Salı

GÜLÜŞÜMÜZ ÖMÜRLÜK OLSUN MU? (2/2)

‘’insanları etkilemek için en önemli araç gülümsemektir.’’ diyor Amerikalı iletişim uzmanı ve yazar Dale Carnegie. O halde gelin gülümsemekten vaz geçmeyelim. Kullanabileceğimiz kadar çok alanda kullanıp beraberce bu güzelliği artıralım. Gücümüze güç katalım. Var mısınız?

Gülümsemekten söz edip simgesini atlamak olmaz. Hazır yeri gelmişken, ortaya çıkış öyküsü hayli ilginç olan bu simgeye de yer vermek gerek. Hepimizin tanıdığı, yazılarımızda özellikle cep mesajlarımızda sıkça kullandığımız bir simge bu.

‘’SMILEY’’  namı diğer ‘’GÜLEN YÜZ’’.

Bu güzel ikonu bizlere kazandıran kişi Amerikalı bir reklamcı ve grafiker.

Harvey Ball.

Yüzünde tebessümden eser yok. Tüm hayatı da böyle geçmiş.

Ancak hayatın tatlı bir cilvesi olsa gerek; onun sayesinde pek çok insan gülümsemiş ve hala da gülümsüyor. Pozitif mesajın babası da diyebiliriz kendisine. Bundan seneler önce Amerika’daki bir sigorta şirketi çalışanlarının moralini düzeltmek amacıyla tasarlanmış.

Sarı zemin üzerinde gülen bir yüz ifadesi.

Basit. Akılda kalıcı. Sevimli. Küçük büyük herkesin dikkatini çekecek kadar etkili. Üstelik yaşantımız içinde da her yerde kullanılmaya müsait.

Harvey Ball tarafından ilk kez rozet üzerinde bir tasarımla ortaya çıkmış.  Ancak gördüğü büyük ilgi ve beğeni sonrası; her nesneye uygulanmaya ve böylece dünyaya yayılmaya başlamış.

Ancak Harvey Ball’un kaderi ona öyle bir oyun yapmış ki. Uzun yıllar telif hakkını almayı unuttuğu için; neredeyse tüm ömrünü bu sorunla baş etmek adına harcamış. Bu arada ikonundaki gibi gülümsemiş mi dersiniz? Maalesef hayır. Çünkü mizacı buna hiç uygun değilmiş.

Bu simgeyle ilgili bir başka ilginç not ise şöyle. Amerika’ya bir grup Japon turist gelir. 
Girdikleri mağazada herkese gülen yüz ifadeli ‘hoş geldiniz’ kartı dağıtılır. Tek bir kişi hariç. Ve o kişi bu kartı almadığı için; akşam otelinde harakiri yaparak yaşamına son vermek ister. Tesadüfen kurtarılır. Gerekçesi nedir biliyor musunuz? Gülen yüz ifadeli kartın verilme onuruna layık olmadığını düşünmesi. İnsan olmanın erdemi, naifliği bu olsa gerek. Sizleri de düşündürdü eminim ki.

Sadece bir gülümseme deyip geçmemek lazım. Nelere sebep olduğu ortada.

Yazımı gülümseme üzerine yazılmış güzel bir şiirle noktalamak istiyorum. 

‘’Beyaz bileklerin, uzun ince parmakların,
  Ağzın yüzün burnun kaşın,
  Bahar sesin kulaklarımda ya,
  En çok gülüşün kalmış aklımda
  Gizli saklı, utangaç, çocukça biraz
  Sıcacık içime işleyen,
  Yüreğimde depremler yaratan
  Herkese yakışır gülmek ya,
  Sen gülünce yer güler, gök güler...
  Ellerinin kapatmaya yetişemediği hani,
  Ansızın bastıran yaz yağmuru,
  Sonrasında  toprak kokusu,
  Altından geçtiğim ebem kuşağı gülüşün.
  Ya da ne bileyim
  Demli bir bardak çay
  Elinde sigaran dalıp gittiğin anda,
  Şebboy kokuları getiren,
  Bad-ı Saba misali gülüşün...’’

Hiç görmediğiniz bir gülüşe bu kadar mı ustaca yakalanır kelimeler? 

Şimdi en başta sorduğum soruya geri dönüp yeniden soruyorum sizlere. Gülüşümüz ömürlük olsun mu? Benim cevabım kocaman bir EVET. Gülüşümüzün o sıcacık renkleri ile ruhumuzu beslerken; etrafımıza yaydığı güçlü enerjisi ve parıltısıyla her daim unutulmaz olsun mu? EVET seslerinizi duyar gibiyim. Harikasınız. Harikayız.

Sevgiyle hep GÜLÜMSEMEde kalın.
Belgin ERYAVUZ

07.08.2013

Not: Dizelerin sahibi Sn. Ahmet SAYGIN’a ve fotoğraflarını beğenerek takip ettiğim, bu yazımı da güzel bir karesiyle renklendirdiği için Sn. Cüneyt ÇETİNER’e teşekkürlerimle.




GÜLÜŞÜMÜZ ÖMÜRLÜK OLSUN MU? (1/2)

Hayat zorlu bir yokuş. Tırmanırken ne çok törpüleniyoruz. Acılarla, kederlerle yüzleştikçe aslında ne kadar güçlü olduğumuzu anlıyoruz bir yandan da. Ama bu yokuşta bir güzellik var ki hep bizim yanımızda olmalı. Katre katre etrafımıza yayılmalı. Ve bence ömürlük olmalı.

Bedenimizin en güzel kas hareketinden söz ediyorum.

Gülümsemekten.

Ağzımızın iki kenarında ve gözlerimizin çevresinde yer alan minicik kasların hareketiyle, yüzümüze yerleşen ne tatlı bir ifadedir o.

Benim en sevdiğim, önemsediğim, paylaşmaktan mutluluk duyduğum duygu halim. İçim kan ağlasa da, günüm zor geçse de, ANLARIMI güzelleştirmek ve yeniden güç toplamak adına tercih ettiğim en naif yol. Rol yapmadan, içimdeki yaramaz çocuğun masumluğuyla.

Mutluluğun, yaşamdaki farkındalığın ve gücün simgesidir aynı zamanda bana göre.  Fiziksel ve duygusal acılarımızı azaltmanın en kolay yolu.

İçten
Sımsıcak
Masum
Çocuksu
Buram buram sevgi kokan
Uzakları bir anda yakın eden
Çekici
Deniz misali sarıp sarmalayan en naif duygu halimiz.

Her şeye rağmen tatlı bir gülümsemeyi yüzlerde koruyabilmek dünyanın en güzel olgusu bana göre. Yaşanan tüm acımasızlıklar ve hatta haksızlıklar karşısında bile, inatla gururla hayat devam ediyor dercesine.

Mevlana der ki; ‘’Gözyaşının bile görevi varmış. Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.’’

Bir anlamda hayatın güzelliklerine siper olursunuz gülümseyerek. Çünkü siz gülümsediğinizde, hayat da size gülümseyecektir. Verdiğinizi kat kat fazlasıyla yaşamdan alacaksınız demektir.

İçten gelmesi, bir pınar misali paylaşıldıkça çoğalması, değdiği kalbi anında sıcacık yapması, kederi üzüntüyü silip alması az şeyler mi? 

‘’Gülümseme, tıpkı güneşin doğuşu gibi aydınlatıcı ve faydalıdır.’’ der Fransız yazar Ernest Dimnet.

Hangimiz çevremizde böylesi insanlar olsun istemez ki?

Hangimiz tatlı bir gülüşle tüm dertlerimizi bir anda yok etmeyi, anların büyülü dünyasına takılıp kalmayı arzulamıyor ki?

Böylesi bir sihri var işte gülüşlerin. Böylesi güzel etkileri. Damlayan su misali yayılan, değdiği her yüzde rengarenk çiçekler açtıran.

İnsanları etkilemek mi istiyorsunuz?

Gülümseyin yeter.

Kılık kıyafet sonraya. Siz gülüşünüzle kalpleri ısıttığınızda bakılacak tek yer yüzünüz ve aranılacak tek şey gülüşünüz olacaktır buna emin olun.

İngiliz şair John Gay; ‘’Bir gülümseyiş tüm kapıları açmaya yeter.’’ derken haksız mı?

Sımsıcak bir gülüşle elini uzatan her kim olursa olsun kocaman bir artı puan kazanmıştır bile karşısındakinin nazarında. İçiniz aydınlanmış, siz de hiç sebep yokken karşılık vermişsinizdir bile. Belki de bir dakika önce hiç gülümseyecek gibi durmuyordunuz, kendi iç dünyanızdaki sorunlarla yüzleşirken. Ama şimdi? O sihirli dokunuş sizi de ele geçirmedi mi? Ve bu çok daha güzel değil mi?

Neredeyse tam 17 yıldır her sene Ekim ayının ilk cuma günü dünya gülümseme günü olarak kutlanıyor. Bence güzel bir hatırlatma, güzel bir alışkanlık. Gülümsemeyi unutanlar için elbette. Yoksa her yeni sabah, her yeni gün, yaşamdan alabildiğimiz her nefes için; şükürler ederken kocaman gülümsemek gerek.

Önce kendimize. İçimizdeki o yaramaz çocuğa.

Ve sonrada etrafımızdakilere.

Mutlaka tanımanız gerekmez gülümseyerek bakmanız için. Yanlış da anlaşılmazsınız hiç korkunuz olmasın. Çünkü gülümsemenin sihri, o çocuk masumluğu ve sıcaklığı tüm art düşüncelerin ötesinde kalır. Ben buna inanıp uygulayanlardanım.

Üstelik günümüzde pek çok bilim adamı; gülümsemenin yaşantımızı kolaylaştırdığı konusunda hemfikir. Hayat kalitemizi artırıyor. Stresle baş etmemize vesile oluyor. İlişkilerimizin daha sağlam ve güvenli bir platforma oturmasına yardım ediyor. 
Karşımızdakileri olumlu yönden etkilememizi sağlıyor. Bedenimizdeki mutluluk hormonlarını sihirli bir anahtar gibi harekete geçiriyor. Başlarda içimizden gelmese bile gülümseyebilmek, sonrasında devamını içimizden gelerek olmasını da sağlıyor üstelik.

Peki şimdi sorarım size. Gülümsemenin hayatımıza kattığı pozitif etkileri bu kadar çokken, hala somurtmak niye? (devamı ilginç anektodlarla 2/2 ‘de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

07.08.2013

11 Nisan 2014 Cuma

Oleg Cassini hayallerimizi gerçeğe dönüştürüyor

Monako Prensesi Grace Kelly, First Lady Jacqueline Kennedy, Marilyn Monroe ve pek çok ünlü stil ikonu daha... Oleg Cassini’nin tüm bu isimlere özel tasarımlar hazırladığını biliyor muydunuz? Adını moda tarihine altın harflerle yazdıran Oleg Cassini’nin 2014 koleksiyonu büyüleyici gelinlik ve göz alıcı gece elbiseleriyle hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için bizi bekliyor.


Büyüleyici ve romantik gelinlikler

2014 gelinleri buraya! Oleg Cassini’nin büyüleyici 2014 gelinlik koleksiyonunda dantel ağırlıklı romantik gelinlikler ön plana çıkıyor. Tül ve dantelin bir arada kullanıldığı, zarif işlemeler ve üç boyutlu çiçek aplikeler ya da minik fiyonklarla hareketlendirilen gelinlikler, gümüş ve altın işlemeli göz kamaştırıcı modeller gelin adaylarını adeta birer prensese dönüştürmek için tasarlanmış.

Göz kamaştıran gece elbiseleri

Bu sene gelin olmasanız da gideceğiniz bir düğün mutlaka vardır değil mi? :) Gelinlik koleksiyonunda olduğu gibi abiye koleksiyonunda da her detay genç kızların hayallerini gerçeğe dönüştürmek için tasarlanmış. Koleksiyonda ağırlıklı olarak tül ve şifon kumaşlar kullanılırken modeller zarif işlemeler, romantik danteller ve göz kamaştıran ışıltılar ile hareketlendirilmiş. Somon, lila, pudra pembesi, nil yeşili elbiseler romantik renkleri sevenlerin seçimi olurken; zümrüt yeşili, gece mavisi, bordo, antrasit ve gold elbiseler ise kendini gecenin tek yıldızı gibi hissetmek isteyenlerin tercihi oluyor.

Oleg Cassini Avantajları

Şıklık bir bütündür değil mi? Bu yüzden görünüşümüzün en önemli tamamlayıcılarını da unutmamak lazım. Sadece gelinlik ve abiye değil; ayakkabı, duvak, abiye takı, gelin buketi, taç, saç aksesuarları, gelin kesesi, gelin eldiveni, bolero, şal, kürk ve bekarlığa veda aksesuarları gibi ihtiyaç duyabileceğimiz her şeyi bulmak mümkün.

Ayrıca Oleg Cassini, bu koleksiyonlardan beğendiğimiz parçalara sahip olmamız için çok avantajlı imkanlar da sunuyor;

- Gelinlik, gece elbiseleri, nişan ve mezuniyet elbiselerinde %50’ye varan indirim

- Gelinlik randevusunu mağazaları arayarak ya da online randevu formunu doldurarak alan herkese anında %10 indirim

“kargobedava” alışveriş koduyla www.olegcassini.com.tr’den alışveriş yapan herkese ücretsiz kargo fırsatı

- Mağazalar ve online satış sitesinde Bonus Card’a 8 taksit fırsatı

- Online alışverişte Türkiye’nin her yerine teslimat garantisi

Siz de hayatınızın en özel gününe hazırlanırken size en yakın Oleg Cassini şubesini arayarak gelinlik randevusu alabilir ya da www.olegcassini.com.tr adresinden online randevu formunu doldurabilirsiniz.

Tüm Oleg Cassini şubeleri ve telefon numaraları ise şöyle;
Oleg Cassini Bağdat Caddesi: 0 216 385 88 99
Oleg Cassini Cevahir AVM: 0 212 380 07 77
Oleg Cassini Forum İstanbul: 0 212 640 75 14
Oleg Cassini Ankara Armada AVM: 0 312 219 20 15
Oleg Cassini Bursa Anatolium Alışveriş Merkezi: 0224 261 31 82

Bir boomads advertorial içeriğidir.
-->

7 Nisan 2014 Pazartesi

İŞ İŞTEN GEÇMEDEN (2/2)

En çok ikili ilişkilerde yaşanıyor bu tarz iş işten geçme halleri. Hayat arkadaşımız, eşimiz, sevgilimiz, aşkımız, ruh ikizimiz, bizim için kıymetli her kim varsa hayatımızda. 

Eğer onun hakkındaki düşüncelerimiz aşağıdakiler gibiyse, vay bizim halimize.

‘’Duyarsız.
Romantizmden öyle uzak ki.
Sevgisini hiç belli etmiyor.
Güzel sürprizler yapmıyor.
Düşüncesiz.
İlgisiz.
Jest yapmak mı? O da neyin nesi. Bilmediğine eminim.
Hep ben mi hatırlatacağım? Kendisi düşünsün biraz da.
Hatırlatılan bir jestin tadı olmaz ki.
Ben dile getirince yapmasının hiçbir anlamı yok.
Beklentilerimi, isteklerimi hissetmesi, benim yerime düşünmesi gerekmez mi? ‘’

Ah iç seslerimiz. Ah kendi kendimize, çığlık çığlığa kalan feryat figanlarımız. Suskun. 
Sessiz. Anlaşılmayı, düşünülmeyi, şımartılmayı bekleyen benliğimiz. Sanki sevginin ölçüsü bunlarmış gibi, kendimizi bu dar döngüye hapseden duygularımız. İçimizde yıllar içinde biriken tortular. Uhdeler. Sonra da yok olup giden güzellikler…  

Kuşkular, sevgiden emin olamama halleri ve bu nedenle hep test yapmalarımız. İçimizi kemirip duran ‘acaba’ lar…

Geleneklerin, adetlerin, toplum baskısının ve hatta okuduğumuz romanların, izlediğimiz filmlerin kalbimizde oluşturduğu beklenti şekilleri, etkileri…

Örnek mi? O kadar çok ki. Doğum günlerinde sadece sevgiyle kucaklanmak yetersiz. 
Çiçek yoksa sevgi eksik. Tek taşsız evlilik teklifi yarım. Düğün yapılmadan  atılan imza hüzünlü. Balayına gidememek hayal kırıklığı. Unutulan bir evlilik yıl dönümümü affedilemez bir hata.   Pek çoğunun maddiyata dayandığını göz ardı etmemek gerek.

Oysa ki sıcacık sevginin ve aşkın bunlarla alakası yok.  Ve her insan kendi nevi şahsına münhasır. Herkesin sevme şekli, sevgisini ifade etme tarzı da başka başka. Bu nedenle genelleme yapmak, başkalarıyla kıyaslamak o kadar yanlış ki. Üstelik sevgiyi maddiyattan, alınacak hediyelerden beklemek ne derece doğru olabilir ki?

Elimizdekilere şükretmek varken hep olmayanları görmek, onlara kilitlenmek; kendimize ve karşımızdakilerine yapacağımız en büyük haksızlık.

Elbette tatlı sürprizler hepimizin gönlünü okşar. Elbette kendimizi özel hissetmemizi sağlar. Ve hatta biz kadınlar kendimizi dünyanın en güzel, en şanslı kadını gibi hissederiz. Ama mutlu ve özel hissetmenin tek yolu bu değil.

Karşımızdaki dinlemiyor mu? Olabilir. Biz deneyelim her şeyden önce. Dinlemesi için ne yol varsa uygulayalım. Sonunda hiç oluru yoksa tamam. Ama ya tutarsa? Ya dile getirdiklerimiz hayatımıza güzel renkler katarsa?

Ön yargılı olmamak gerek. Daha en başından ‘mümkün değil, beni dinlemiyor bile; kaldı ki istediklerimi yapacak’ diye düşünmemek gerek. Belki yapacak. Belki anlayacak. Belki bu şekilde bir konuşma onun veya onların bakış açısını tamamen değiştirecek. Neden olmasın ki?

Mutluluk kısacık anlardaki farkındalıksa; bunu şükürlerle desteklemek en güzel şekli değil mi? Varsın bir doğum gününüzü atlamış olsun. Varsın eli kolu çiçeklerle gelmesin. Hiç önemli değil inanın bana. Sevgi bu kadar yüzeysel olmamalı. Bu toz zerresi olumsuzluklarla sarsılmamalı. Derinliği, gücü; test edilmelere, kıyaslanmalara ihtiyaç hissettirmemeli.

Zaten bunlar varsa, soru işaretleri kafamızdan hiç çıkmıyorsa; o gerçek ve kalıcı sevgi değildir diye düşünürüm ben.

‘’Hep tek taraflı kalıyor yaptıklarım. Benim onu  düşündüğüm kadar beni düşünmüyor ki. Benim neleri sevdiğimden haberi bile yok.’’

Eğer böyle düşünüyorsak; kendimizi ve yüreğimizdeki sevgiyi mercek altına almalıyız öncelikle. Çünkü gerçek sevgilerde beklenti olmaz.

Karşılığını alacağımızı düşünerek yapılan jestlerin, sürprizlerin anlamı var mı sizce? Bence yok. İçinizden geldi ve yaptınız. Bir defa, beş defa. Gönlünüz ne zaman ve ne kadar isterse. Karşılığı hiç gelmese de siz o AN yaparken mutluluk duyuyorsunuz ya. İşte güzel olan da bu zaten.

Naif konuşmanın tınısında, gözlerinin içine bakarak dinlemenin gölgesinde ve koşulsuz sevginin kalkanında kalsın tüm ilişkiler. Her daim sıcacık. Gönül güzümüz, aşkla baktığı her noktada bizi doyuran sevgilerle buluştursun. Ve o sevgiler, aşklar kalıcı olsun dileğimle…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014




İŞ İŞTEN GEÇMEDEN (1/2)

Hiçbir şey tesadüf değil hayatımızda. Son yıllarda bu konuyla ilgili pek çok yazı kaleme alındı, filmler çekildi. Gerçekten de eğer yeterince farkındaysak bunun değerini henüz başlarda anlıyor ve o güzelliğin hakkını veriyoruz. Karşılaştığımız insanlar, duyduğumuz bir sözcük, hiç alakasız bir yerde gözümüze çarpan iki satır, daha önce hiç dikkat etmediğimiz bir ayrıntı… Hepsi güzel tesadüfler. Namı diğer serendipity.

İşte bu yazım da böylesi hoş bir tesadüfün eseri. TV izlerken sadece bir cümleydi duyduğum aslında. Ama bir anda beni öylesine farklı düşündürdü ki… Gerek aile içinde, gerekse sosyal hayatımızda, ikili ilişkilerde ve hatta iş hayatımızda hiç fark etmiyor. Çoğumuz aynı ön yargıyı taşıyoruz sanki ve hep şöyle diyoruz nedense, bazen iç sesimizle bazen sesli olarak.

‘Ben söyledikten sonra ne önemi var ki. Baştan düşünmeliydi(n).’

İşte kilit düşünce ve sonrasında bize getirdikleri…

‘’Bizler söyledikten ya da bir şekilde hissettirdikten sonra yapılıyorsa; daha kıymetli olur.’’ diyor uzmanlar. ‘‘Çünkü bizi gerçekten sevdiğinin, önem verdiğinin işaretidir. 

Esas o saatten sonra yapmıyorsa düşünmek gerekli.’’ diye de devam ediyorlar.

İtiraf etmeliyim ki, ben de tam tersini düşünenlerdendim. Ta ki bu cümleyle karşılaşana kadar. Biliyorum ki benim gibi düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Ancak yaşadıkları zorlu ilişkilerde; güzel jestlere, sevgi dolu sözlere hasret kalıp; uzmanlar gibi düşünenler de var.

Bu beni umutlandırsa da çoğunluk olumsuz düşünüyor. ‘İşten geçti artık, önemi yok.’ deyip son noktayı koyuyor.

Pek çok evlilik ve birliktelik sırf bu nedenle hüsranla sonuçlanıyor maalesef. Baştan aşkın gözümüzü rengarenk boyadığı zamanlarda her şeyi sineye çekiyoruz. Katlanıyoruz. Sevgimize o denli güveniyoruz ki; gün gelip değişecek, beni daha iyi anlayacak diyoruz. Ama yaşamın düz satıhları kendini göstermeye başlayıp, alışkanlıklar daha tatlı geldiğinde pürüzler de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bu durum iş hayatımız ve sosyal yaşantımız için de geçerli üstelik.

Hep bekliyoruz. Bir şeyler değişsin diye. Konuşmuyoruz. İçimizdekileri kendi kendimize yaşarken, karşı tarafın anlayacağını zannediyoruz. Biriktirdikçe biriktiriyor; doldukça doluyoruz. Ve eğer dile getirdiğimizde yapılırsa; bize hiçbir anlam ifade etmeyeceğine inanıyoruz.

Sonra gelsin ayrılıklar. Küslükler. Boşanmalar. Yaptığımız işten keyif almama halleri. Aniden istifa etmeler. Bir anda hayata küsmeler. Ve yaşanan yığınla olumsuzluk.

Oysa ki istekler dile gelmeli. Biriktirip kabın dolmasını beklemeden. Ama üslubumuza dikkat etmek şartı ile. Konuşmak öyle bir sanat ki; ancak yerini ve zamanlamasını iyi yaptığımız taktirde işe yarıyor çünkü. İçine sevgi katarak, kendimize olan tüm öz güvenimizle dile gelmeli istekler. Ki karşımızdakini naif dokunuşlarla etkileme şansımız olsun.

Elbette dinlemesini de bilmek gerek. Dinlemek ise bambaşka bir sanat. Konuşmadan daha farklı. Daha az bilinen ve uygulanan. Gözlerinin içine bakarak, karşımızdakine önemli olduğunu hissettirerek dinlemek asıl olan.

‘’Duymak, işitmek yetmez; dinle.’’ diyor her bir sözcüğü ile adeta içimize işleyen Mevlana. Ve devam ediyor; ‘’Öyle bir dinle ki, ses ve söz önce bilgiye sonra hikmete dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil; ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez. Aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın.’’

Bizler de kalbimizi açıp, hem dinlemesini, hem de konuşmasını bilirsek; niyet ve isteklerimizin olmaması için sebep yok genel hatlarıyla. Elbette istisnalar olacaktır. Elbette bu satırları okuyanların çoğu da istisnaların hep kendi payına düştüğünü söyleyecektir eminim ki. Ve hayat yolundaki koşularda hep bir şeyler için, iş işten geçmiş olacak ne yazık ki.

Ama bir orta yolu olmalı her bir labirentin. Ne kadar zor olursa olsun hiçbir şey çözümsüz değil bu hayatta. Yeter ki çözmek için gayretimiz, umutlarımız ve isteğimiz olsun. Yoksa mutluluğu nasıl yakalarız ki?

‘’Mutluluk bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.’’ demiş ünlü Fransız düşünür ve romancı Albert CAMUS.

Hepimiz böylesi savaşların içindeyiz küçük ya da büyük. Ve hepimiz yenilgi değil, zafer istiyoruz. O halde kıvamında konuşmak, adabında dinlemek ve çabalamak gerekiyor. Yeri geldiğinde isteklerimizi dile getirmek. Hemen küsüp karalar bağlamadan önce denemek gerekiyor. İş işten geçmeden kendimize bir şans daha yaratmak belki de. (özel hayatlardaki beklentilerle devamı 2/2 ‘ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...