25 Mart 2014 Salı

BU FREKANSLAR BİZE ÖZEL (3/3)

Bu derin konunun  son bölümünde, sıra hangi frekansları nasıl seçeceğimize geldi. Gelin beraberce keşfedelim. Çünkü zorlu hayat koşumuzda doğru frekans aralığında kalmak hepimiz için son derece önemli.

Kendimiz, düşüncelerimiz birer enerji olarak titreşimler yayarken; sadece yakın çevremizi değil, dünyamızı da bir şekilde etkiliyoruz. Bu titreşimler ne kadar düzgün ve doğru olursa, bu etkileşim de o denli güzelliklere doğru olacak. Bu nedenle her birimiz önemliyiz. Ve her birimiz önce kendimiz, sonra da dünyamız için bu durumu önemsemeliyiz diye düşünüyorum.

İnsan bedeninin doğal frekans düzeyi saniyede ortalama 300 titreşim civarında. Bu değerin artması telepatik kanallarımızın açılması anlamına geliyor. Şifa verenler, biyoenerji uzmanları, medyumlar, altıncı hissi ve duru görüsü çok kuvvetli olanlar bu kategoriye giriyor.

Bizler henüz emekleme devresindeyiz belki ama olsun. Doğru frekansları bulduğumuzda yaşam kalitemize yapacağı olumlu etkiler hepimize artı kazandıracak. 

Bu sayede;  
* Hastalıkları iyileştirmek,
* Organların beden içinde daha uyumlu ve sağlıkla çalışmalarını sağlamak,
* Gönül sesimizden anlayan ruh ikizimizi, yaşam arkadaşımızı bulmak,
* Mutlu bir evlilik yapmak ve onu sürdürmek;
* İş hayatımızda daha başarılı ve verimli olmak;
* Hayatı huzur içinde ve daha enerjik yaşamak;
* Üstelik kendi pozitif enerjimizle etrafımızdakilerin kalbinde sıcacık tebessümler yaratmak mümkün.

Ama bence asıl mesele; yanlış frekansların içindeyken, fazla vakit geçirmeden doğru frekansı yakalamakta. Bunu nasıl mı yapacağız? İşte yazımın can alıcı kısmına geldik.

Uzmanlar hepimizde bu gücün olduğunda hemfikirler. Hemen hepsi kendi iç sesimizi dinleyerek, farkındalığımızla kendimize en iyi gelen frekansı bulmamızın mümkün olduğunu belirtiyor. Tıpkı kas gücümüzü çalıştırır gibi beyin frekanslarımızı çalıştırmamız mümkün.

Bize sadece kalben inanmak ve uygulamak kalıyor. Öyle değil mi? Belki biraz yalnız kalmamız, belki kendimize biraz daha vakit ayırıp düşünmemiz gerekli bunun için. Ama olsun. Sonucuna değer bence.

Dikkat etmemiz gerekli bir başka nokta, yakaladığımız frekansı olumsuz etkilerden de korumak. Tekrar azalmasına engel olmak. Kısacası emek harcamak. Bir kere geldiğimiz bu güzel hayatın tadına keyfine olabildiğince varmak.

Çok stresli zamanlarımızda beynimizi alfa frekansına getirecek molalar vermek gerek en azından. Dinginliği yakalamak, pozitif enerjiyle dolmak adına. Bunu nasıl yapacağız? Tınıları harika soft bir müzik olabilir örneğin ya da sessizlikte kendimizle baş başa kalacağımız  o yalnızlık anları.

Kendimizi nasıl iyi hissediyorsak, onu yapmak en azından. Boş vermeden. ‘’Acelesi yok, şu işi de bitireyim; sonra.’’ deyip ertelemeden. Bir süreliğine gözlerimizi kapatalım. Derin nefesler alalım. Elimizden geldiğince duygu ve düşüncelerden uzaklaşalım. Yapılan deneyler bunun başarılı sonuçlar verdiğini ölçümlerle göstermiş. Çünkü zihnimiz yavaşladığında, hem ruhsal hem de bedensel anlamda kendimizi çok daha iyi hissediyoruz. Çok daha iyi konsantre olduğumuz için de, problemleri kolaylıkla çözüyoruz.

Ancak beynimizin dalga boyutları arasındaki geçişlerinde uyumun son derece önemli olduğunu da belirtiyor uzmanlar. Çünkü her bir frekans aralığımız; bilinç durumumuzun bir aşamasıyla bağlantılı çalışıyor. Eğer geçişteki uyum bozulursa sorunlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin sürekli uykusuzluk çekenler; gerektiği zamanlarda delta ve teta frekanslarını yakalayamayanlar. Pazartesi sendromu da böyle bir tetiklemenin sonucu aslında. Adeta beynimizin içinde çalan kalk komutuyla aniden uyanmak. Üstelik baskılamak stresimize stres katıyor. Yani ani geçişlerden ve baskılama yapmaktan korunmak gerekiyor.

Durum onu gösteriyor ki; kendi beynimize ve frekanslarına söz geçirme gücüne sahibiz. Bunu yapabildiğimiz zaman; olaylara aşırı tepki göstermeden, heyecanımıza fazlaca yenik düşmeden, daha çok empati yaparak ve geniş bir aralıktan bakarak; yaratıcılığımızı her alanda konuşturan  bireyler haline gelebiliriz.

Kendi içimize yapacağımız her bir yolculuk bize eşsiz kapılar açacak. İç sesimize kulak verdikçe kendimizi, isteklerimizi ve hatta duygularımızı daha iyi tanıyacağız. Bu ise yaşamdan alacağımız keyfe keyif katarken; bir damlanın hareleri gibi etrafa yayılacak.

Daha huzurlu bir dünya için, hepimiz için doğru ve verimli frekanslarda kalmaya çalışalım mı? Bu karışıklık ve kaos ortamında zor olsa da gayret edelim mi? Ertelemeden hemen şimdi başlayalım mı? Ben kendi adıma hepsine kocaman bir EVET diyorum. Ve sizin cevaplarınızı dört gözle bekliyorum.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014








BU FREKANSLAR BİZE ÖZEL (2/3)

Beynimiz sürekli frekans değiştiriyor; içinde bulunduğumuz durumla alakalı olarak. En derin uykumuzda delta olan frekansımız, uykuya yenik düştüğümüz ilk devrede ve uyanma saatlerimize doğru teta halinde.  

Yeni uyandık, belki hala yataktayız, gözlerimizi kırpıştırıyoruz işte alfa frekansına geçtik bile. Olsun. Hala vaktimiz var kendimizi iyi hissettirmek adına. 

Çünkü yataktan kalkıp, henüz kendimize gülümsemeden hemen haberleri açıyor, gazeteye göz gezdiriyorsak; anında beta frekansına geçiş yapıyoruz. Neredeyse tüm gün, olaylarla ve insanlarla mücadele anlarımızda bu frekans hep bizimle. Kurtul kurtulabilirsen. 

Ama yine de yapabileceklerimiz var. Uzmanlar böyle söylüyor. Kendimizi daha dingin daha huzurlu hissetmek adına; beyin frekansımızı değiştirebilir, örneğin alfa frekansına geçiş yapabiliriz. Bunun için öncelikle farkındalığımızı, duru görümüzü artırmak, kendi iç sesimize kulak vermek gerek elbette.

Biliyor musunuz, üzerinde yaşadığımız güzel dünyamızın da bir kalp atışı var. Bu ne güzel bir tanımlama; öyle değil mi? Bizlerle birlikte dünyamızda titreşimler yayıyor evrene.

Schuman Rezonansı olarak da bilinen bu değerin, yani merkezdeki manyetik alan değerinin 7.8 Hz ‘de sabit kaldığı düşünülmüş uzun yıllar. Ki bu değer bizim alfa frekansımızla eşdeğer. Ancak yapılan araştırmalarla zaman içinde yükseldiğini ve şu sıralar 12 Hz civarında olduğu belirtiliyor. Yükselme nedeni tam olarak belli değil.

Bir başka dikkat çekici nokta ise, dünyamızın kalp atış hızı artarken; manyetik alandaki gücün giderek zayıflaması. Bu durum bize günlerin artık yetmez hale geldiğini daha da derinden hissettiriyor. Günler, saatler inanılmaz hızda geçiyor. Hepimiz bu durumdan şikâyetçiyiz. Ama bunu kendi algılarımıza bağlarken; aslında fiziksel bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzun farkında değiliz. Çünkü zaman kavramı kısalıyor.

Peki dünyanın kalp atış hızının artması bizi etkiliyor mu? Elbette. Hepimiz bu rezonans salınımı içinde yaşadığımız için, beynimiz de bundan nasibini alıyor tabiri yerindeyse. Eskiden alfa frekansıyla aynı değerdeyken; şimdi beta frekansına geçiş yaptığı için hepimiz uyku halinden sıyrılıyoruz yavaş yavaş. Daha bilinçli, daha uyanık, daha sorgulayıcı hale geliyoruz. Elbette hep uyanık kalmanın insanı fazlasıyla yorduğunu da unutmamak gerek. İşte bu yüzden bir parça dinginlik ve huzur arayışı içindeyiz. Kısacık zaman dilimlerine çok şey sıkıştırma gayreti hepimizi fazlasıyla yoruyor. Pozitif enerjileri sönümlüyor. Son yıllarda artan geçimsizlik, hoşgörüsüzlük, savaş ve kavgalar bunun sonucu belki de. (devamı ve frekans seçimleri 3/3 ‘ te)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014



BU FREKANSLAR BİZE ÖZEL (1/3)

İnsanın içindeki öğrenme merakı yeri geliyor onu engin bir bilgi denizine bırakıveriyor. Sağınız, solunuz bilmediğiniz, öğrenmek istediğiniz yeniliklerle dopdolu. Heyecanla kucaklayasınız geliyor her yeni bilgiyi. Öğrenmek için araştırdıkça aslında ne kadar az şey bildiğinizi anlasanız da; her yeni bilgi bizlere hayat ışıltısı sunan eşsiz armağanlar diye düşünüyorum ben.

Tüm bunların tek bir sorumlusu var. O da beynimiz.

Tek kelimeyle muhteşem bir makine.

Yumuşacık dokusunun içinde olanları çözmeye çalışmak bile yıllarını almadı mı insanoğlunun? Hepsi merakımızdan. Bilgi dağarcığımıza yeni bilgiler ekleme telaşımızdan elbette. Zaman zaman beynimizle ilgili yazılarım oldu. Şimdi onlar kadar keyifli bir bölümde sıra. Frekanslardan yani denge noktası etrafındaki salınımlardan söz edeceğiz. Beynimizdeki o titreşimlerin asıl sahiplerinden.

Neden mi?

Çünkü her frekans boyutunun duygularımızla yakın alakası var. Eğer hangi frekans boyutunun kendimizi çok daha iyi hissettirdiğini bilirsek; hayat karşısındaki duruşumuz o denli kolaylaşacak diye düşünüyorum ben.

Hepimiz başımızın üstünde taşıdığımız bu eşsiz makineyi en verimli şekliyle kullanmak istemiyor muyuz? Bakın detaylarda ne güzellikler saklı?

Ama önce bilim adamlarına saygıyla… Beynimiz belirli bir ritimde çalışıyor. Bu sırada 1 mili volt ( yani milyonda bir volt kadar) elektrik akımı yayıyor. İşte bu akımı keşfeden kişi İngiliz fizikçi Richard Caton. Böylelikle dalgalara (frekanslara) ilk adım atılmış.

Beynimizin bir radyo gibi elektrik dalgalarını alıp yaydığını ve daha da ötesi değiştirebildiğini bulan kişide sıra. Alman psikiyatrı bilgini Hans Berger. Bugün kullanılan EEG (ElecetroEnsofaloGrafi) yönteminin temelini atan Berger; bu sayede içinde bulunduğumuz bilinç durumuna göre farklı frekanslar salgılandığını bulmuş.

Düşünsenize sürekli hareket halindeyiz. Uyku haricinde otururken bile bir şeyler yapıyoruz. Dolayısıyla 6.8-9.5 Hz aralığında titreşen bedenimiz, bu frekansları dalga dalga etrafa yayıyor. Ama bunu hafife almamak gerek. Çünkü, enerjimiz bizden çıktıktan sonra, dünyamızın çevresini saran uzunluğa yetecek kadar güçlü. Ve bu yayma süresi o denli kısa ki. Sadece saniyenin yetmiş de biri  kadar bir zamanda titreşimler en ücra noktaya ulaşmış oluyor.

Bu kısacık ön bilgilere beynimizin frekans aralığını ekleme zamanı şimdi. Delta, Teta, Alfa, Beta ve Gama. Bu frekanslar bize özel. İsimlerini Yunan alfabesinden almışlar.

1-Hücrelerimizin yenilendiği, güzelliğimizin ve canlılığımızın tamamlandığı frekans boyutuyla başlamak istedim. DELTA. Beynimizin en yavaş çalıştığı anlar. Aralığı ancak 0 - 4 Hz kadar (yani saniyede sadece 4 kez dalgalanıyor). Uykumuzun en derin anlarındayız.

2-Stresimizin hiç olmadığı frekanstayız şimdi. TETA (Theta). Her şey muhteşem görünüyor, çünkü sezgilerimiz, kendi iç sesimiz devrede. Yaratıcılığımız mükemmel çalışıyor. İlham perilerimiz yanımızda. Uykudan henüz uyandığımız ya da uykuya yeni daldığımız, dua ettiğimiz, içimize döndüğümüz  o kısacık ama muhteşem anlar bunlar. Boyutu 4-8 Hz kadar. Öğrenmeye öylesine açık ki algılarımız; ne tekrar edersek unutmuyoruz. Gerçeği gördüğümüz, altıncı his olarak da bilinen durum. Bunun keyfini kaçırmamak gerek bence.

3-Artık aklımız devrede. Ama hala sakiniz, kafamızın içi boş. Sakinliğimiz devam ettiği için verimli çalışabiliriz. Çünkü henüz dışardan gelen tepkilerle, negatif enerjilerle karşılaşmadık. Genelde gözlerimizi kapatınca da yakaladığımız bu frekans ALFA (Alpha). Aralığı 7.5-12 Hz kadar. Dalgalarımız düzgün. Bizler olabildiğince rahatız.

4-Artık beynimiz tamamen uyandı. İç sesimizi duyamaz hale geldiğimiz, dış dünyanın tüm kaosunu hissettiğimiz haldeyiz. Aktif olarak düşünüyoruz. Farkında olmadan duygular yumağına da daldık. Kafamızın içi karma karışık. Bir anda pek çok şey düşünüyoruz. Benim bu satırları yazarken, sizlerin şu anda okurken içinde olduğunuz dalga boyutundayız. BETA yani. Diğer bir deyişle hayat koşusundaki o rutin yerimizi aldık.  Aralığımız 13-40 Hz kadar. Dalgalarımız hızlı, inişli çıkışlı ve düzensiz. Dolayısıyla içimiz Alfa frekansındaki kadar rahat değil. Üstelik ortamdaki heyecan ve gerginliğin artması frekansımızı da tetikliyor.

5-Son olarak 40 Hz ve üstü için GAMA (Gamma) frekansı var ki tadı bambaşka. Dingin bir ruh halindeyiz. Algılarımız, empati yeteneğimiz mükemmel çalışıyor. Her şeyden arındığımızı ve kendimizi harika hissettiğimiz anlar. Normal farkındalığımızdan bir adım ötesi. Hatta yedinci his olarak tanımlanıyor uzmanlar tarafından.  Umarım gün gelir hepimiz bu frekansı yakalar ve o anların keyfini çıkarırız. (devamı örneklerle 2/3 ‘ te)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014




17 Mart 2014 Pazartesi

BIRAKTIM VE HAFİFLEDİM (2/2)

Kendi bedenimize topraklama çalışmasını yapmak son derece basit görünüyor. Gelin beraberce deneyelim. Biraz hayal gücünün katkısı ile gözlerimizi kapatarak; bedenimizdeki tüm negatif enerjinin başımızdan ayaklarımıza, oradan da yere akıp gittiğini düşünelim. Bu süreçte ister istemez beynimizdeki düşünceler de sakinleşecek. Biz de. Kalben inanarak ve o anda niyet ederek başarabileceğimize dikkat çekiyor uzmanlar.

Denedik ve işte aşırı tüm duygular, korku, endişe, kaos, kızgınlık, hatta kin ve nefret akıp gitti bile. Eğer imkanımız varsa bir ağaca sarılarak, deniz ya da göl kıyısına giderek ve hatta banyo yaparken üzerimizden akan suyla beraber tüm negatif enerjilerin akıp gittiğini düşünelim. Öyle hayal edelim. Kalben arzumuz da bu yönde olsun. Bize zararı var mı? Yok. Tam tersine inanırsak eğer, bence faydalarını göreceğiz. Sonuçta daha temiz ve dingin bir zihinle, daha sakin sağlıklı bir beden. Kim istemez ki?

Böylesi dingin bir ruh haliyle, karşılaşılan her türlü zor olayı daha kolay atlatmaz mı insan? Daha yapıcı olmaz mı; kırıcı olmak yerine. Şimdi içimizdeki huzura sımsıkı sarılma ve karşımızdakine bulaşan pozitif enerjilerin keyfini çıkarma zamanı.

Her şey bu kadar kolay işte. Kilit nokta geçirgen olmayı başarmada saklı. Bu durum daha önceki yazılarımda değindiğim teflon tava gibi olma haline benziyor az çok. Hepsinde tek bir amaç var. O da negatif, kötü düşünce ve olaylardan kendimizi olabildiğince korumak.

Bunun için izin vermek gerektiğini söylüyor Jayanti. Denge de kalabilmenin önemine parmak basıyor. Egodan uzak, daha yapıcı bir kimlikle elimizdekilere şükrettiğimiz ölçüde zenginliğimiz artacak zaten.

Hem DENGE hem de ŞÜKÜR. Huzur yolumuzun en görkemli basamak taşları. 
Korkmadan sağlamca basıp geçebilmek gerek. Koşulsuz sevmeyi yeni yeni öğreniyor olsak da ne gam? Kendimize duyduğumuz güven her koşul ve şart altında adımlarımızı güçlü kılacak. O zaman mutlu olmamız için başkalarına ve illaki çok uygun şartlara ihtiyacımız olmadığını anlayacağız.

Gerçekten çok önemli bu farkındalık bu; kendimizle alakalı olarak.

Kendi iç sesimizi dinlemek. Gerektiği noktalarda acılarla yüzleşmek. Umutla yarınlarımızı inşa etmeye çabalamak. Huzur yolundaki belki de en çetrefilli bölümler kabul ediyorum. Ama olsun. Hepimizin inişleri çıkışları olacak hayat yokuşunda. 

Önemli olan kendimize olan sevgiyi, saygıyı ve öz güveni yitirmeden ruhumuzun sakinliğini koruyabilmekte. Yeri gelip kendimizi çok zorlamadan akışa bırakarak, yeri gelip kendimize ve yaşadıklarımıza dışardan bakarak hangi noktalarda tıkandığımızı bulabiliriz diye düşünüyorum. Ama bunun için kendimize zaman ayırmamız şart. Unutmayalım ki hep yarına ertelemekle yapamayız bunu. Özetle;

Affetmek.

Sırtımızdaki yükleri biriktirmeden hafiflemek.

Zorlandığımız noktalarda akışa teslim olmak.

Bu arada bazı şeylerin geçip gitmesine izin vermek.

Duygu ve düşüncelerimizin farkında olmak.

Tüm bunlar huzur yelkeninde özgürce yol almamızı sağlayacak. Dünü dünde bırakıp şimdiyi yaşarken; ANLARIN o büyülü ve rengarenk dünyası bize kapılarını ardına kadar açmış olacak.

Bakın yeni dönemin ruhani öğretmen ve yazarlardan Alman asıllı Eckhart Tolle ne der?
‘’Şu anda içinde bulunduğunuzdan başka bir halde huzuru aramayın. Aksi takdirde, içsel çatışma ve bilinçsiz direnç yaratırsınız. Kendinizi huzur içinde olmadığınız için bağışlayın. Siz huzursuzluğunuzu tamamen kabullendiğiniz ANda, huzursuzluğunuz huzura dönüşür. İşte bu teslimiyet mucizesidir.’’

Bunu yapabilen ve huzurunu hiç kaçırmayan insanlar var hayatımda. Onlara her defasında gıpta ile bakıyorum. Onlar gibi olmanın yollarını, tabiri yerindeyse tırnaklarımla kazıyarak bulmaya çalışıyorum. Ve biliyorum ki gün gelecek bunu tamamen başaracağım.

Yazımın en başında Brahma Kumaris Jayanti ve Gandi’den iki anlamlı cümleyle huzura giriş yapmıştım. Eckhart Tolle’un kabullenişi çok güzel ifade eden  cümleleriyle de noktalamak istedim.

Huzur hep var. Bize öylesine yakın hem de. Çünkü içimizde. Ve ne olursa olsun onun kaçmasına izin vermemek yine bizim kendi elimizde.

Huzurun katre katre yayıldığı, sevgiyle beraber paylaşıldıkça çoğaldığı MUHTEŞEM bir dünyaya o kadar da uzak değiliz. Ha gayret…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

16.02.2014

*Not:Yazımı güzelleştiren harika resmi için Sn. Cüneyt Çetiner'e sonsuz teşekkürler.
*Kaynaklar: http://www.thegabrielmessages.com; Shanta Gabriel’den alıntılardan; Brahma Kumaris Jayanti ‘den alıntılar; www.meditasyonyapalim.com.


BIRAKTIM VE HAFİFLEDİM (1/2)

‘’Biz dışsal karmaşayı görüyoruz, oysa önce içimizdeki karmaşayı düzeltmeliyiz. Sevecen, sıcak ve gerçeğe uygun olduğumuzda dünya da öyle olacak.’’ diyen Brahma Kumaris Jayanti ve ‘'Olmasını istediğiniz değişim olun'’ diyen Mohandas Karamçand Gandi.

Ortak nokta ise huzurun, değişimin sadece kendimizde bittiği gerçeği.

Hepimiz bunun peşinde değil miyiz?

Daha dingin, daha barış dolu ve daha huzurlu bir dünya.

O halde ağırlıkları bırakmak gerek tek tek. Sen, ben, o, siz, biz, onlar… Etrafımıza, başkalarına faydalı olabilmek için işe kendimizden başlamamız gerektiğini vurguluyor bu konunun uzmanları.

Kendimiz SEVGİ doluysak yaymamız o kadar kolay ki. Kendimize, bedenimize, ruhumuza, düşüncelerimize saygımız varsa; başkalarını da özveriyle dinlemesini, yeri gelip saygıyla beklemesini biliyoruz. Zorlanmıyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi olumlu olmaları için uğraş veriyor; farkındalığımızı artırmak adına çabalıyorsak herkesin dünyasını bir şekilde güzelleştirme şansımız var demek. Kısacası işin özü bizde bitiyor.

Merkezi Hindistan'da olan hem yöneticileri hem de öğrencileri kadın olan bir üniversite var. Brahma Kumaris Dünya Ruhsal Üniversitesi. Kurucusu  Brahma Kumaris Jayanti. Amacı daha iyi daha yaşanabilir bir dünya. Ve bunun için de kadınların mihenk taşı rolü oynadığında hemfikir. Cümleleri öyle çarpıcı ki… Yinelemek ve tekrar ederek yaşantımıza katmak gerek diye düşünüyorum.

Ben yapabilirim. Sizler yapabilirsiniz. Onlar da. Ve işte dünya daha yaşanabilir, daha huzurlu bir hale geldi bile. İş önce niyet etmekse, ilk adım hem kalben hem de fikren inanmaksa; göz ardı etmeyelim istiyorum ben de.

Üstelik faydası sadece etrafımıza değil. Öncelik kendimizde. Kendimizi iyi hissettiğimiz her yeni gün, artı hanemize keyifle ekleyeceğimiz güzellikler olacak. Gece yattığımızda o günün muhasebesini yaparken, vicdanımız daha rahat olarak yeni günün planlarını yapacağız. Bunlar öyle önemli ki… Dünyanın giderek daha da zorlayıcı şartlarını düşünecek olursak vakit geçmeden başlamak, bir şeyler yapmak gerek.

Huzur yolundaki ilk adım geçirgen olmaya çalışmak. Öyle söylüyor uzmanlar. Yapanlar vardır mutlaka, hatta hayat felsefesi haline getirenler. Peki biz onlardan olabilir miyiz? Ben olmamız gerektiğini düşünenlerdenim. Elime geçen her fırsatta da bunu öğrenmeye çabalıyorum. Yeri geliyor tıpkı bir öğrenci gibi çalışıyorum.

Düşünsenize birisi size saygıdan ve naiflikten uzak, kalbinizi yaralayacak bir söz söylüyor. Veya bir anda son derece zor bir olayın içinde buluyorsunuz kendinizi. İşte tam o ANDA… Tüm sakinliğinizle sözlerin veya olayın içinizden geçmesine izin veriyorsunuz. Adeta görünmez olup hiç tepki göstermiyorsunuz. Yazarken bile zorlandığımı itiraf etmeliyim.

Uzmanlar bu şekilde davranmanın bizi güçlü kıldığını; daha doğrusu kendimizi kontrol etme gücünün tamamen bizim elimizde olmasını sağladığını belirtiyor. Aksine çoğunlukla yaptığımız gibi kızıp öfkelendiğimizde, kötü etkiye kırıcı tepkiler verdiğimizde; kontrolümüzden uzaklaşmış oluyoruz gerçekten de. Hatta üzerinden biraz zaman geçip düşündüğümüzde, yeri gelip kendimize kızıyoruz sakinliğimizi koruyamadık diye. Öyle değil mi?

Oysa ki içimiz huzurla dolu olduğunda, bir başka deyişle huzuru kendi içimizde yarattığımızda hiçbir negatif olay ya da söz huzurumuzu kaçıramıyor. Geçirgen olmayı başardığımız için geçip gidiyor.  Sonuçta huzur hepimiz için en büyük gereksinim. Ama son derece narin. En küçük aksaklıkta kaçması an meselesi. Bu nedenle  var olan huzurun devamını sağlamak da en az huzuru bulmak kadar  önemli.

Şöyle bir düşünelim. Dünya üzerinde o kadar çok olumsuzluk, kavga ve hatta  savaş var ki… Onları yok etmenin yolu kendi içimizdeki savaşı, kavgayı, negatif düşünceleri önce FARK edip, sonra temizlemekle son bulacaksa; hepimizin bunu bir şekilde başarması lazım.

Peki içimizdeki huzuru yakalamak için ne yapmamız gerekiyor? Bir kısım uzman kendimizi topraklamanın önemli olduğunu savunuyor. Fazla enerjiyi akıtmak için. Tıpkı elektrik tesisatlarını korumak adına yaptığımız topraklama çalışmasına benzer bir durum. Kendimizi negatif hissettiğimiz, hemen her şeye kızmaya başladığımız, sebepsiz korkularımızın çoğaldığı anlar var ya. İşte onları fark ettiğimiz anda topraklama yapılmasını öneriyorlar. Bu yolla içimizdeki kötü enerjileri yok etmeye başlıyoruz. Böylece yersiz endişelerden ve huzursuzluktan da uzaklaşıyoruz. Dingin bir ruh için daha ne olsun? (uygulama şekli ve devamı 2/2 ‘de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ


16.02.2014

14 Mart 2014 Cuma

LINE MESAJLARINIZI YABANCI GÖZLERDEN UZAK TUTUN

LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor!

Yoğun iş temposu, şehirleşme ve hızlanan yaşam bizleri dijital dünyada sosyalleşmeye yöneltiyor. Bu alanda bilindik sosyal medya kanallarının yanı sıra ücretsiz mesajlaşma, ücretsiz sesli ve görüntülü arama gibi birçok hizmeti bir arada sunan mobil mesajlaşma platformları da öne çıkıyor. Aile bireylerinden arkadaşlara kadar hayatımızdaki herkesle her an paylaşımda bulunduğumuz bu platformlarda kullanıcıların dikkat ettiği en önemli özelliklerden biri de güvenlik sistemleri. Bu anlamda rakiplerinden ayrılan LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor. LINE’ın iç denetim yönetimi alanında üç uluslararası sertifikaya (SOC2, SOC3 ve SysTrust) sahip olan ilk mobil mesajlaşma uygulaması olması da güvenlik standartlarına verdikleri önemin bir kanıtı niteliğinde.

Telefon Numaranızı Gizli Tutun

LINE’da kendinize özel bir ID belirleyerek telefon numaranızı kimselere vermeden iletişim kurabilirsiniz. Sizi LINE ID’nizi kullanarak ekleyen kişiler telefon numaranızı göremezler. LINE ID’nizi belirlemek için Diğer/Daha Fazlası > Ayarlar > Profil menüsünü kullanabilirsiniz.

Telefon numaranıza sahip kişilerin LINE arkadaşları listesine otomatik olarak eklenmek istemiyorsanız “Başkalarının Eklemesine İzin Ver” seçeneğini kapatabilirsiniz. Böylece sizi sadece LINE ID’nizi paylaştığınız kişiler ekleyebilir.


Tanımadığınız Kişilerin Sizi Rahatsız Etmesine Engel Olun

Anlık mesajlaşma uygulamaları kullananların korkulu rüyalarından birisi de yanlışlıkla alakasız bir mesajlaşma grubuna eklenmektir. LINE’da tanımadığınız kişilerin bulunduğu bir grup sohbetine davet edildiğinizde grupta bulunan kişiler telefon numaranızı göremiyor.

Tanımadığınız bir kişi size mesaj attığında LINE otomatik olarak  “Ekle”, “Engelle” ve “Şikâyet et” seçeneklerini sunuyor. Eğer size mesaj gönderen kişiyi tanımıyorsanız kolayca engelleyebiliyorsunuz.


Telefonunuz Yanınızda Olmasa Da Mesajlarınızı Koruyun

Yazışmalarınızı meraklı gözlerden korumak için LINE’a şifre koyabiliyorsunuz. Diğer/Daha fazlası > Ayarlar > Gizlilik ayarlarından “Şifre Kilidi”ni kullanarak LINE’ın her açılışta şifre sormasını sağlayabiliyorsunuz.


Ayrıca “Sohbet Odası Ayarları”ndan tüm sohbet geçmişinizi ve sohbetler içerisinde paylaştığınız tüm dosyaları tamamen silebiliyorsunuz.

Bir arkadaşınız LINE’dan size mesaj yazdığında bildirimin ekranda mesaj okunacak şekilde belirip belirmemesi ile ilgili ayarlarınızı da istediğiniz gibi düzenleyebiliyorsunuz. Bildirim ayarlarında yer alan “Önizleme göster” seçeneğini kapattığınızda, yeni bir mesaj geldiğinde ekranda gelen mesaj yerine “Bir mesajınız var!” yazısı görünüyor.


Paylaşımlarınızı Gizleyin

LINE’ı rakiplerinden ayıran bir diğer özelliği de ileti, fotoğraf, video, bağlantı gibi paylaşımların yapılabildiği, sosyal medya yapısına sahip Timeline ve Home özellikleri. LINE’daki Timeline ve Home hareketlerinizi yalnızca arkadaşlarınız görebiliyor. Ancak burada da iletilerinizin kimler tarafından görüntülenebileceğini belirleyebiliyorsunuz.

Timeline’ınızda paylaşmak istediğiniz iletinizi hazırlarken alt menünün en sağında bulunan “Kişiler” sembolüne tıklayarak iletinizin gizlilik ayarlarını yapabilirsiniz.


Nerede, Ne Zaman İsterseniz Güvenle Konuşun, Mesajlaşın!

LINE'ı tüm akıllı telefonlarda (iPhone, Android, Windows Phone, Blackberry, Nokia), tabletlerde ve hatta bilgisayarınızda bile kullanabilirsiniz.

Kullandığınız cihaza uygun LINE indirmek için: http://line.me/tr/download
Bir boomads advertorial içeriğidir.

10 Mart 2014 Pazartesi

KARALAMA DEYİP GEÇMEYİN…

Hepimizin çocukluk yıllarından gelen bir alışkanlığı var. Henüz ilk harflerimizi öğrenirken başladık beyaz sayfaların üzerini karalamaya. Anlamlı anlamsız pek çok çizik attık. Yaş çıtamızı adım adım yükseltirken; bu kez ara ara yazdığımız şiirler ya da resimler eşlik etti bu karalamalarımıza. Hep bir yerlere notlar aldık, yazdık; çizdik, çiziktirdik. Belki ilerde temize çekeriz dedik. Çoğunu unuttuk. Çoğunu yitirdik belki de, hiç önemsemedik.

Daha ileriki yaşlarda okulda ders dinlerken, çalışırken ya da iş yerinde masamızda veya önemli bir toplantının eşiğinde yaptığımız karalamalarımızı ise hep gizlemeye çalıştık. Çocukluk döneminin naifliği ile elimizde sallayıp herkese göstermek yerine, saklamaya çalıştık. Görenler olur, eleştiride bulunur ya da kızar diye korktuk çünkü. Neden mi? Gelecek tepkilerin olumsuz olacağını biliyorduk da ondan. Zamanımızı boşa harcadığımız için kocaman bir nasihat alacak ve yanında mutlaka azarlanacaktık.

Düşünsenize, sınıfında tam ders anlatılırken, dalgın dalgın önündeki kağıda karalama yapan ve öğretmeninden azar işiten ne çocuk vardır. Ya da önemli bir toplantıda, verilecek elzem kararlar arifesinde; başı önünde notlarının yanlarına çizgiler çizen, anlamlı anlamsız şekiller yapan ve etrafındakiler görecek, patronu hissedecek diye korkan ne çok insan tanıdık hepimiz. Çalışma hayatının o zorlu süreçlerinde onlardan bir tanesi belki de bizlerdik.

Peki karalama, gerçekten bir kabahat işlemişçesine azarlama gerektirecek kadar kötü bir şey mi? Zamanı boşa harcamak mı? Konuşma yapanlara karşı bir saygısızlık mı? Yoksa tam tersine bir düşünce biçimi mi; bazılarımızın tercih ettiği?

Gelin isterseniz önce tanımına bakalım. Karalama; üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemiş yazı taslağı olarak tanımlanıyor. Ancak hepimizde yerleşen o bildik dar kalıpların aksine; yapılan araştırmalar, hangi yaşta olursak olalım karalama yapmanın düşüncelerimizi daha etkili hale getirdiğini gösteriyor. Bir anlamda yaratıcı yönümüzü destekliyor. O anki olayları, yapılan konuşmaları daha iyi kavramamıza vesile oluyor.

Karalama yaparken bir yandan da düşünüyoruz hepimiz. Aslında çok da tehlikeli bir durum değil yani. İşte bu noktadan hareket eden Sunni Brown’un karalama hakkında verdiği bir sunum videosunu izledim geçen gün. Kendisi görsel düşünme teknikleri ve yenilikleri üzerine çalışmalar yapan Amerikalı genç bir kadın yazar.

Şimdi gelin izlediğim video açılımından aldığım kısa notlarla; karalamanın hayatımızdaki önemine bakalım. Belki bu yolla evde çocuklarımıza karşı biraz daha toleranslı olabiliriz. Keza iş yerinde astlarımıza karşı daha duyarlı yaklaşabiliriz. Ne dersiniz?

Sunni Brown; toplumların karalama yapmayı algılayış şeklinin çok farklı ve ilginç olduğunu söyleyerek başlıyor sunumuna. Üzüldüğü nokta ise; eskilerden günümüze karalama hakkında olumlu hiçbir tanımına rastlayamamış olması.

17.yy. da karalama tam bir aptallık olarak kabul edilirken; 18.yy.de dalga geçmek, aldatmak fiiliyle özdeşleşmiş. 19.yy. da ise çoğunlukla yozlaşmış politikacılar için kullanılan bir terim olarak tarih sayfalarında yer almış.

Günümüzde ise aslında değişen pek bir şey olmamış. Boşa vakit harcamak, oyalanmak, haylazlık etmek, hiçbir şey yapmamak gibi olumsuzluk ifadelerinin yerine kullanıldığı için; insanlar karalama yapmaktan kaçar olmuşlar. Sınıfında karalama yapıp dersini dinlemediği şeklinde algılanan ve öğretmeni tarafından azarlanan çocuklar; büyüdüklerinde iş hayatlarında da benzer korkular yüzünden bu dürtüden uzak kalmayı seçiyorlar haliyle.

Sunnie’nin deyimiyle karalamaya karşı çok güçlü bir kültürel norm oluşturulmuş. Zaman zaman basın da bunu destekleyici davranışlarda bulunmaktan geri kalmamış. Elbette bu durum da karalama adına toplumun gözünde psikolojik bir hoşnutsuzluk yaratmış.

Sözlü bilgiye daha çok odaklanmış olmamızın, neredeyse karalama yapmanın değerini görmezden gelmemize sebep olduğunu vurguluyor bir diğer bölümde de genç yazar. Oysa ki karalama yapmak, düşünmeye yardımcı olmak için ihtiyacımız olan çizgiler yapmak demek. Hatta bu esnada ise düşünmek diye de ekliyor.

Bir başka ilginç gerçek ise, sözlü bilgiyi alırken karalama yapmanın; yapmayan insana göre, akılda daha çok bilgi tutabilmesine yardımcı olması. Düz mantıkla baktığımızda; konsantrasyonumuz bozulduğunda karalama yaptığımızı düşünüyoruz. Ama aslında karalama; tam tersine konsantrasyonumuzu kaybetmememiz için tercih edilecek güzel bir yöntem. Üstelik sorunları çözerken daha yaratıcı olmamızı sağlıyor.

Tam bu noktada gelin İngiltere’nin en büyük üniversitelerinden bir tanesi olan Plymouth Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya yer verelim. Seçilen 40 gönülleye yaklaşık 2.5 dakikalık bir telefon mesajı dinletilmiş. Ancak test öncesi, bir kısmından dinleme sırasında kendilerince notlar almaları istenirken; diğerlerinden dağıttıkları kağıtlarda bulunan şekillerin içlerini boyamaları söylenmiş. Test bittiğinde gönüllülerden mesaj içeriğinde yer alan kişi ve yer adlarından 8 tanesini yazmaları istenmiş. Sonuç ne mi olmuş dersiniz? Karalama yapanlar, yapmayanlara göre yüzde 29 daha başarılı çıkmış.

Şimdi düşünelim. Tam da sıkıcı bir konuşmanın orta yerindesiniz. Bir süre sonra haliyle ilginiz dağılmaya başlıyor. Uzmanlar bu durumda kişilerin hayal kurmaya başladıklarını ve dolayısıyla detayları kaçırdıklarını belirtiyor. Halbuki karalama yaparlarsa dikkatlerini o konuşma üzerinde toplayabiliyorlar. Kısacası, anlatılanları karalama yaparak dinlemek, daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Hepimizin öğretilenleri almamıza yardım eden dört temel yöntem var. Bunlar görsel, işitsel, okuma yazma ve kinestetik (bedensel zeka).

Doğru algılama yapmak için bu yöntemlerden en azından ikisini kullanmak zorundayız. İşte karalama yapmak tüm bu dört öğrenme yöntemini duygusal bir deneyim olasılığı içinde birleştiriyor.

Bir başka antropolojik araştırmada ise; zaman içinde tüm çocukların, büyürken görsel mantıkta aynı gelişimi sergilediklerini bulunmuş. Yani karalama aslında doğamızda var. Ancak bir takım toplumsal baskılar nedeniyle kendimizi bu içgüdüden mahrum bırakıyoruz.

O halde, karalama yapmak tam da bilgi yoğunluğunun ve o bilgiyi alma ihtiyacının çok yüksek olduğu  durumlarda oldukça önemli. Motive edici etkisi de göz ardı edilmemeli.

Son söz olarak değişime kendimizden başlayabiliriz. Ne dersiniz? Evde varsa çocuklarımıza, iş yerinde ise astlarımıza biraz toleranslı davranmanın kimseye bir zararı olmaz diye düşünüyorum ben. Hem bu minicik adım ilerde birer yetişkin olacak çocuklarımızın yaratıcılıklarını köreltmemeleri konusunda da önemli bir etken olmaz mı sizce de? Bilmem bana katılır mısınız; sonuçta karalama düşüncelerimizi olumlu anlamda tetikliyor ve aktif tutuyor.  Her geçen gün beyin kapasitemizi daha iyi ve verimli kullanmanın yollarını araştırırken; bu minicik bilgiyi de yabana atmamak gerek diye düşünüyorum.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.02.2014

NOT: 1-Yazıma ilham olan videoyu fark etmemi sağlayan Sn. Cahit Büyükkanber’e teşekkürlerimle. İzlemek isteyenler için Sunni Brown’un sunum videosu; http://www.viplay.com/ted/is/sunni-brown-karalamacilar-hadibirlesin_30262)  
2-Sadece karalama yapılarak ortaya çıkan harika görüntüler. Sn. Emre Tantu’ya ait. http://www.youtube.com/watch?v=NeXD5MLQk4E&list=PLT1SMrSENAGvD4prKGRMeO12DxNXQbufJ&index=2;






4 Mart 2014 Salı

Z–POINT TEKNİĞİNİ SEVDİM ( 2 / 2 )

Z-Point tekniğini uygularken kendimizin belirleyeceği, basit kelimeler seçiliyor. Anlamlı olması da şart değil. İstediğimiz herhangi bir kelime. Yapacağımız şey bilinçaltımıza talimat vermek. Kendimize ya da başkalarına karşı yaptığımız eleştirme, kin, nefret, hayal kırıklığı, suçlama, yargılama, kıskançlık, utanç gibi güçlü duygular açığa çıktığında; bu basit kelimeleri tekrarlamak. Tekrar ettikçe kayıtları silmek ve özgürlüğe adım adım yaklaşmak. Sevgi ve aşkla bakıp, gönül gözünü devreye sokmak.

‘’Yaşama duyduğunuz sevgi, en yüce umudunuza beslediğiniz sevgi olsun. Ve sizin en yüce umudunuz, yaşamın en yüce düşüncesi olsun.’’ der Friedrich Nietzsche.

İşte bizler de bunu başaranlardan olalım diyorum ben de. Hayat kocaman bir okul. Öğrenmenin sonu yok. Daha kaliteli bir yaşam için, daha naif yaklaşımları kendimize çekmek için çabalamak gerekiyor. Elimizden geldiğince, sabırla.

Z-Point  tekniğinde üç aşama var. Birinci adımda bilinçaltını temizleyen programı ele alıyoruz. İkinci adımda bu programı çalıştıracak basit kelimeyi seçiyoruz. Üçüncü ve son adımda ise kendimizde olumsuz etki yaratan duygu ve düşünceleri buluyoruz. Hayalimizde yarattığımız serbest bırakma çemberi içinde, kullandığımız temizleme cümleleri ile hepsini serbest bırakıyoruz.

Burada önemli olan bizi üzen travmatik duygu ve düşünceleri hatırlamamız. Basit kelimeyi tekrarladıkça silindiğine inanmamız. Nasıl, ne şekilde olduğuna kafa yormadan. Çünkü uzmanlar uygulamanın kendiliğinden olacağını, işe yaraması için farkına varmamızın gerekli olmadığını belirtiyor.

Fakat tüm bunlara başlamadan önce bir ön hazırlık yapmamız gerekli. Hayatımızdaki olumsuzlukları fark etmek ve bir liste yapmak belki de. Sonrasında da bu tekniği adım adım uygulamak.

İsterseniz birinci adımdaki temizleme programı nedir ona bakalım. Bu bir metin. Araştırma yaparken karşıma çıkan metinler vardı. Ben de kendimce yorumladım. Herkes duygu ve düşünce yapısına, iç sesine göre, kendi metnini yazıp seslenebilir diye düşünüyorum.

"Sevgili bilinçaltım, şu andan itibaren bir temizlik çalışması başlatıyorum. Her çalışmamda doğru ve faydalı olabilmek için de kalbimdeki en güçlü niyetlerle seni  programlıyorum. Hayatın koşturmacası içindeyken; karşılaştığım olaylar, insanlar ve geçmiş anılarım ruhumu kötü hissettirdiğinde; seçtiğim anahtar kelimemi tekrar ediyorum. Senden istediğim ben bu tekrarları yaparken, olumsuzluklarımı naif bir şekilde, beni yormadan, tüm bağlantılarıyla beraber tek tek silmen.  Ve bir daha geri gelmemelerini sağlaman. Çünkü bunlardan kurtulmayı, özgür ve hafif olmayı istiyorum. Kendime güveniyorum. Beraberce başaracağımıza tüm kalbimle inanıyorum. Teşekkür ederim.’’

Buna benzer bir metni sadece bir kez okumamızın yeterli olduğunu belirtiyor uzmanlar. Diğer veriler gibi bilinçaltımız tarafından saklanacak çünkü. Şimdi sıra seçtiğimiz kelimeyi tekrarlamaya geldi. Ve yaptığımız her tekrarla kayıttaki olumsuzluklarımızın birisinin silindiğine, hafiflediğimize inanıyoruz. Ancak başarılı olmak adına, anahtar kelimenin mümkün olduğunca sık tekrar edilmesi önemli.

Uzmanlar sessiz bir ortamda yüksek sesle bu uygulamanın yapılabileceğini, yanlış yapma gibi bir korkunun gereksiz olduğu söylüyor. İlk denemede başarılı olamazsak, yine yeniden istediğimiz kadar tekrar yapabiliyoruz.  

Z-Point tekniği pratik olduğu kadar, bizi huzura davet eden bir yöntem. Her durum ve koşulda; bizleri rahatsız eden duygu ve inançları temizleyerek bizleri hafifletiyor. Ruhumuzda yarattığı olumlu değişikliklerle hayata daha farklı bakmamızın yollarını aralıyor. Olumsuz tüm duygu ve düşüncelerimizi tek tek tarayarak, onları olumlu olanlarla değiştirmeye çalışmak kadar uzun ve yorucu değil. Farklı ve basit bir metot. Hafiflemek, içindeki şımarık çocukla özgürlüğe yelken açmak isteyenler için ideal.

Son sözler olarak şunu belirtmeliyim ki… her yeni kavram, her güzel metot araştırma ve denemelerle ortaya çıkıyor. Okumak, araştırmak, aklımıza yattığı, mantığımızla ters düşmediği noktalarda hayatımıza alıp uygulamak bizim elimizde. Ancak tüm bunların tek bir gayesi var. O da hayatın HER ANININ es geçilmeyecek kadar GÜZEL ve ANLAMLI olduğunu FARK edebilmemizi sağlamak. Yolu ne olursa olsun farkındaysak eğer, şükretmenin gücünden güç alabiliyorsak ne mutlu bizlere. Sevgi ve aşk ile bakan gözlerimiz, tebessüm dolu yüzlerimiz ve paylaştığımız değerlerimizle içimizdeki güneş hep sımsıcak kalacak. Ben buna inanıyorum.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

22.01.2014



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...