2 Ekim 2013 Çarşamba

HAYATIN DOĞRUSUNA YANLIŞINA ( 2 / 2 )

Filozofların ‘varlığın bilimi ve incelenmesi’ olarak isimlendirdiği ontolojide; hiçbir şeyi doğru ya da yanlış olarak sınıflandıramıyoruz. Elbette din, toplum, otorite gibi belirleyici etkenler var ancak; hepsinde  doğrular ve yanlışlar yapılan yorumlarla ortaya çıkıyor. Bu durum ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye ve aslında insandan insana farklılıklar gösterdiği için de net olarak doğru ve yanlış diye bir tanımlama yapmamız mümkün değil.

Uzmanlar yaşamın temel kuralının denge olduğunu savunuyor. Bu dinamik dengede birbirinin karşıtı olan pek çok düşünce ve değer var. Hepsi birbirini etkiliyor. Bu ise hayatın şekillenmesini sağlıyor. İşte doğru ve yanlış da bunlarda bir tanesi sadece. Tıpkı sevgi ile nefret, güzel ile çirkin, güçlü ile güçsüz gibi… Asıl olan hayatın bu dinamik çeşitliliği ve döngüsü içinde; kendi içimizdeki dengeyi koruyabilmek.

Pekiyi bu dengeyi korumak kolay mı? Değil. Çünkü böyle bir dengeden haberdar olmak başka, hayatın zıt değerlerinin dengesini kendi içimizdeki dengeyle korumak başka. Şöyle bir düşünelim kendi hayatımızda bile ne çok yanlış yaptığımızı. Çünkü yapımız gereği çoğumuz zıtlıkları yaşamadan, onlarla yeri gelip mücadele etmeden doğrusunu bulamıyoruz. Farkındalığımız yeterli olmadığı, gönül gözümüzle bakmayı yeterinde bilemediğimiz, empatiden yoksun olduğumuz için. Mutlaka kendimiz yaşayacak, ders alacak ve sonra doğrusu buymuş diyeceğiz. Yani tecrübe hanemize bir çentik daha atacağız.

Ünlü filozoflar yaşamın tanımını yaparken de bu dengeden bahsediyorlar. Şöyle ki;
 “Yaşam iç ilişkilerin dış ilişkilere, yani iç dünyamızın dış dünyamıza devamlı uyum sağlama çabası içinde geçen bir zaman sürecidir”.

Bir anlamda uçlarda değil, aşırı sınırlarda değil; bunların farkında olarak kendimizi mutlu edecek orta dengeyi uyumu yakalamak.

Satırlara sığdırıldığı kadar kolay değil biliyorum. Özellikle bazı insanlar için. Onların tüm hayatı hep aşırı uç noktalarda geçer. Aşık olduğunda gözü dünyada hiçbir şeyi görmez adeta her şeyi unutur. Çok da mutludur. Ancak iş ayrılığa geldiğinde o sınırlardaki hayatından vaz geçmeyi düşünecek kadar üzgün ve gözü karadır. Anlatmak istediğim aşırılıklar bunlar aslında.

Çok mükemmel olmaya çalışmanın, özellikle de kendimiz için değil başkaları için sürekli fedakarlık yapmanın bize bir faydası yok. Zaman içinde kendimizi yıpratmaktan başka bir işe yaramıyor. Kendi adımıza çizdiğimiz çizgilerde dahi birazcık esneklik payı olmalı diye düşünüyorum ben. Çok kuralcı, çok prensipli, belirli sınır çizgileri içinde yaşamak yoruyor insanı. Hayatı fark edemeden ömür tüketiyorsunuz sadece. Varsın arada yanlışlar da olsun. Varsın içinizdeki o çocuk heyecanına yenik düşüp; arada sırada da onun sesini dinleyin ve çılgınlıklar yapın. Göreceksiniz ki mutlu olduğunuz Anlar daha çoğalacak. Keşke’ leriniz azalacak.

Hepimiz doğru ve yanlış kurallarını kendi mantıksal çerçevemizde değerlendirip ona göre bir hayat tarzına yöneliyoruz. Ama gün geliyor ki bize yanlış gelen karşımızdakine doğru gelebiliyor. Ya da kuşak farkı nedeniyle sıkça rastlanan yanlışlar ve doğrular bir köprüdeki iki inatçı keçi misali kafa kafaya vuruşabiliyor. Eski zamanlardaki birçok görüşün şimdilerde daha farklı algılandığı ise bir gerçek. Burada önemli olan ‘mış’ gibi yapmadan yaşamak; ama bunu yaparken de toplumsal çizginin ana temalarından, naiflikten, edepten, zarafetten, saygıdan, kaliteden uzaklaşmamak.

Her yeni günle beraber yepyeni umutlar, heyecanlarla günü karşılıyoruz. Hayatımızı kendi mantığımızdan geçirdiğimiz doğrularla yaşarken çok büyük hasarlara meydan vermemek asıl olan. Hatalarımızla barışık olup, her hatamızdan ders almamız önemli ancak; o söz ettiğimiz uç noktalardan uzak kalmak şartıyla. Geri dönüşü çok zor kulvarlarda; sınırlarda bile bile dans edeceğimize; heyecanlarımızın da sesini dinleyerek en güzel hayat dansını zarafetle yapabiliriz. Böylece hem iç dünyamızı hem de dış dünyamızı uyumla daha ilerilere taşıyabiliriz. Her yeni yolculuktan keyifle dönebilmek, artılarımıza yeni artılar katmak adına öyle önemli ki bu durum.

Hep dediğimiz gibi yeri geldiğinde hayatın akışına uyabilmek gerek. SU GİBİ… O zaman mutluluk dolu anları çoğaltabilir ve keyfine daha çok varabiliriz. Sizler de benim gibi mi düşünüyorsunuz bilemiyorum; ama doğrular ve yanlışlar arasında akışta olmak en güzeli bence.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ


10.09.2013

1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...