8 Ekim 2013 Salı

ENDİŞE ETMEKTEN YORULDUM (1/3)

Hangimizin hayatında endişeler yok ki. Tıpkı korkularımız gibi endişelerimiz de bizimle beraber yol alıyor yaşam sahnesinde. Hatta bazen replikleri o denli yüksek volümlerde çıkıyor ki, hayatımızı bir karabasana çevirmesi an meselesi.

Endişe nedir peki? Neden endişeleniriz durduk yerde? Mutluluğumuzu bile gölgelemesine izin veririz farkında olmasak da. Hani kahkaha atarken bile deriz ya ’’aman çok gülmeyeyim arkasından ağlarım’’ diye. Bu bile en basit endişe göstergemiz değil mi sizce de?

Endişe kelime anlamıyla tasa, kaygı olarak karşılığını buluyor. Zihnimizde dolaşan ve bizi huzursuz eden bir tür korku aslında. Bize hiçbir yararı olmadığının bilincinde olduğumuz halde; endişe bulutları içimizdeyken hayatla aramızdaki o pamuk ipliği iyice inceliyor. Uzmanlar aslında endişenin normal bir reaksiyon olduğunu; kendimizi  tehdit altında hissettiğimiz durumlarda ortaya çıktığını ve hatta bizleri koruyup motive ettiğini belirtiyor. Ama her şey gibi dozunda olursa elbette. Yoksa bir anda öyle büyüyor ki; hayata karşı duruşumuz bile farklılaşmaya başlıyor. Kendimizi yorgun, bezgin, bıkkın hissediyoruz. Uykularımız kaçıyor. Hayatın tadı tuzu kalmıyor kısacası.

Endişe deyip geçmemek gerek aslında. Çünkü uzmanlar endişe rahatsızlıklarının her 20 kişiden birini etkilediğini belirtiyor. Kadınlarda ortaya çıkma olasılığı erkeklere oranla daha fazla. Görünürde bir neden olmadan birdenbire ortaya çıkan endişe rahatsızlığı; eğer zamanında tedavi edilmezse yaşam kalitemizi düşürüyor. Pek çok sıkıntıya da neden olabiliyor. Bu nedenle bilgilenelim ve ‘nasıl uzak kalırız?’ bunun üzerine daha fazla kafa yoralım istiyorum.

Güzel bir yaşam için ANlar diyoruz, BUGÜN önemli diyoruz ya. Aslında bu o kadar doğru ki. Şu ANda attığımız adımdan sorumluyuz. Henüz yarın olmadı. Bizler şimdiden bir sonraki adımı düşünecek olursak; şu anda attığımız adımın keyfine ve farkına varamıyoruz. Neden? Çünkü henüz ayağımız daha adımını tamamlayamadan; düşüncelerimiz çoktan yarının negatifliği üzerine kuruldu bile. Ne bu andan keyif aldık, ne de yarına güzel bir yatırım yapabildik. Düşünsenize; sadece yarının endişesi yüzünden; belki de bugünkü adımda bile yanlışlar yaptık. Belki de hiç adım atamadık. Çünkü biz beden olarak bugünde iken  düşünce olarak yarına çoktan gittik bile. 

Bu arada negatif hayallerimiz endişelerimizi körüklüyor. Ve bir süre sonra buna öyle inanıyoruz ki; başımızı yaşam sahnesinden uzatıp etrafımıza bakmaya cesaret edemiyoruz kolay kolay. Oysa ki , uzmanlar böylesi kaygı ve endişe dolu anlarımızı öncelikle fark etmemizi ve kendimize şu soruyu sormamızı öneriyor.

“Bunun olma ihtimali ne?”

Eğer bu soruya gerçekçi cevap verebilirsek ve kendimize dışardan bakıp, objektif olarak gözlemleyebilirsek; endişelerle baş etmeyi öğrenebiliyoruz. Çünkü endişe denilen şey aslında gerçekleşmemiş bir düşünce. Ve belki de hiç gerçekleşmeyecek olan.

Peki endişelerimizin hepsi mi negatif, verimsiz ve bizim hayata karşı direncimizi kırar vaziyette? İlk başta bu soruya ben de hemen ‘evet’ diyenlerdendim; ama araştırınca endişelerimizin verimli de olabileceğini öğrendim. Üstelik bizim hayatta kalmamızı sağlayan endişeler bunlar. Neler mi? Sağlığımızla ilgili endişelerimiz varsa hayatımıza sporu sokmak, uyku ve yeme düzenimize dikkat etmek; varsa zararlı alışkanlıklarımızı bırakmak bu örneklerden sadece bir tanesi. Ancak burada bile aşırıya kaçmamak önemli. Sağlığımız için dahi olsa çok fazla endişelenmek, aklımızda olmayan negatif pek çok düşünceyi getirir ki bu da bizi giderek daha fazla yorar.

Bu aşamada ilk iş endişe anını fark edebilmek ve o anda endişelerimizin bizi nereye sürüklediğine dikkat etmek. Yani endişelerimizin verimli mi yoksa verimsiz mi olduğunu bulmak. Kendi içimizde endişemizi irdelemek. Bizi ne tarafa doğru sürüklediğini görmek. Bize yararlı mı zararlı mı olacağını kestirmek.

Bunun için yaşadıklarımız ve edindiğimiz tecrübeler bize yol gösterecek. Ve ilk adımı onların ışığında atacağız. Ancak verdiğimiz kararın ve o ilk adımın; önümüzde beliren olasılıklarla dengede kalmadığını gördüğümüz anda; endişe, şüphe kaygı kendini göstermeye başlıyor maalesef. Daha ilk adımda ayağımız titremeye başlıyor. İçimizi bir kararsızlık duygusu kaplıyor. Ve eyvah endişeler belirdi bile. Peki ne yapacağız?

İşte o anlarda düşüncelerimizi, kendimize bakış açımızı değiştirip daha farklı noktalardan proaktif düşünerek; yeni bir adım atmaya çalışacağız. Çünkü endişelerle kaplı ruhumuzla verdiğimiz kararın arkasında sağlam durmak bizi zorlayacak, zorlandıkça attığımız adımların rotaları şaşabilecek.

Şimdi tüm bu verimsiz endişelerden kurtulmak adına önerilen bir yöntemden bahsetme zamanı.

Ama önce ünlü Amerikalı fizikçi Melwin SCHAWARTZ’dan ‘’Kendinize İNANIN , güzel şeyler olmaya başlar.’’ sözünü içimize sindirelim.

Ve yöntemi biraz aralayalım, bakalım neler gösterecek bizlere.

Dünyanın bu en etkili kişisel gelişim metodunun ismi  ‘Sedona Yöntemi.’ Hızlı, kolay ve güçlü. Son 35 yıldır tüm dünyada kullanılıyor. Ve bu yöntemi bir yaşam biçimi haline getirdiğimizde, sorunlarımızdan kurtulmamız daha da kolaylaşıyor. Hayaller, hedefler daha ulaşılabilir oluyor. Bu yöntemi keşfeden kişi, aynı zamanda ‘Sedona Yöntemi ile Serbest Bırakmanın Gücü’ isimli kitabın da yazarı Hale Dwoskin.  

İnsanların daha sağlıklı, mutlu ve başarılı olmalarını sağlayan bu yöntem hakkında bilgilendikçe ilgimi daha çok çekti. Canımızı acıtan olumsuz duygulardan kurtulmayı hangimiz istemiyoruz ki? Bunun için denemek, çalışmak, paylaşmak ve gayret etmek gerek biliyorum. Başlayalım mı?

Sedona Yöntemi, serbest bırakmayla ilgili. Hepimizin doğasında bulunan ancak bilinçli olarak ve sürekli kullanmayı bilmediğimiz bir yöntem aslında. Ancak faydaları hem bedensel hem de ruhsal sağlığımız adına mucizevi etkiler yapıyor. Enerjimizi artırıyor. Kendimizi bir kuş kadar hafif ve özgür hissetmemizi, stresten tamamen kurtulmamızı sağlıyor. Tüm kötü alışkanlıklarımızı terk etmemize vesile oluyor. Kısacası var olan ve bizi çember kıskacında tutan davranış kalıplarımızı değiştirebilmemize olanak tanıyor. Korku ve endişelerden uzak tutuyor. Yaşama daha sıkı sarılmamızı, hayatı sevmemizi kolaylaştırıyor. Daha ne olsun?

Üstelik kuralları son derece basit. Ama önce serbest bırakabilmeyi beynimizin kıvrımlarına iyice nakşetmemiz lazım. Çünkü olumsuz duygularımızı serbest bırakmak, olumlu düşünmeye çalışmaktan çok daha etkili. Böyle söylüyor uzmanlar. Bizler ne kadar çok olumsuz duygudan kurtulup, olumluya odaklanırsak o kadar mutlu oluyoruz. Neden mi? Çünkü olumlu düşünceler hayatımıza daha çok olumlu düşünceyi çekiyor da ondan. Ancak bunun için bilinçaltımızın boş olması ve kontrolün tamamen bizim elimizde olması şart.  Ve bu yöntem sayesinde bir süre sonra, hayatın doğal akışında daha çok olumlu düşündüğümüzün farkına varıyoruz. Masal tadında adeta, ama gerçek. Bunu beraberce yapabiliriz. Ne dersiniz? Ancak yolumuz biraz uzun ve henüz ilk adımı atmadık bile. (devamı ve daha fazlası 2. Bölümde)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.09.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...