30 Ekim 2012 Salı

MUHTEŞEM ORKESTRA


Titreşimlerin sesi oluşturduğunu hepimiz biliyoruz. Maddenin kalbindeki yaratıcı seslerin varlığı ise olağanüstü güzellikte. Yaradılışın tümü hatta boşluk dahi titreşimsel ses olduğuna göre; dünyanın bütününü bir SES olarak kabul etmek yanlış olmaz. ‘’Sesi oluşturan ise insanların ve tüm canlı varlıkların iç bilincidir.’’ diyor ünlü müzikolog Joachim - Ernst BERENDT. Sessizliğin bile bir sesi olduğuna göre…

Varlık olmak – gerçeklik – duyulabilirlik – titreşim - ses

Evrendeki her şeyin bir sesi var, kimini duyabiliyoruz kimini ise biz duyamazken başka canlılar duyuyor, izliyor, iletişim kuruyor. Sonuçta hepsinde var olan bu sesler onların varlıklarının en güzel kanıtı olarak karşımıza çıkıyor, öyle değil mi?

Örneğin, bilim adamları çiçek vermek üzere olan bir gülün, foto-akustik spektroskopi aletine bağlı olduğunda, bir orgun vızıltısına benzer, işitilebilir bir ses çıkardığını tespit etmişler. Aynı şekilde tek bir mısır sapının gösterilebilir bir sesi olduğunu da. Yine onların açıklamalarına göre; atomların, ortaklaşa akortları veya molekülleri oluşturan özel yankılanan sesleri var. Atom minicik bir müzikal nota. Hatta bir taş, donmuş bir müzik. Doğanın tümü salınan geniş bir tayf (görüntü) içinde var olmakta ve süregelmekte.  

Berendt, ‘’bu eşit düzeyde üstünlük, çok büyük bir koro, muhteşem bir polifoni içinde birbiriyle karışan milyonlarca ve milyonlarca ses, insanın hayal edebileceğinin ötesinde bir uyum , yaşamın şarkısıdır.’’ der.

Ne kadar MUHTEŞEM bir tanımlama ve bizler bu muhteşem müzikal ortamda duyabildiklerimizle yaşıyoruz ama ya duyamadıklarımız… aslında onların gücünü düşündüğümüzde yaşamın ne kadar olağanüstü olduğunu bir kez daha anlıyoruz, öyle değil mi? İçinde varlığını sürdürdüğümüz evren, bize sunulan o rengarenk hediye paketi içindeki hayat, muhteşem gizemleriyle dopdolu. Bizlerde o gizemin minicik bir parçası olma ayrıcalığını tadıyoruz. O halde yaşamın her ANIna hakkını vermek gerek, boşa geçirilecek tek bir saniye bile büyük bir israf olmaz mı sizce de?

Tam bu satırları yazarken, Canan Tan’ın İZ romanından çok sevdiğim bir paragraf aklıma düştü; sizlerle de paylaşmak istiyorum. Okuduğumda çok sevmiştim…

‘’Gün ağarmasıyla başlayan senfoni orkestrası… Orkestra şefi GÜNEŞ, gökyüzünü aydınlattıkça orkestranın katılımcıları çoğalıyor. Ta ki ortalık aydınlanıncaya kadar… Kemanda bülbüller, trombomda kazlar, klarnette kargalar, ritm gitarda kumrular, davulda ve bateride köpekler, solo gitarda horozlar, orgda kurbağalar… TANRI’nın orkestrası! Basların, tizlerin mükemmel geçişlerle başarıldığı bambaşka bir müzik kültürü. Beethoven, Mozart bu orkestradan çok gerilerde.’’

İşte seslerin olağanüstü birlikteliği ve MUHTEŞEM ORKESTRA… buna benzer öyle güzellikler var ki yaşamın içinde. Bazen sadece akan bir suyun sesinde yakalarsınız o muhteşemliği; bazen kulağınıza çalınan kuş cıvıltılarında; bazen birbirine kur yapan iki kedide; bazense dışarda oyun oynayan küçük çocukların o dünyayı umursamayan haykırışlarında; bazen bahçesinde törene hazırlanan okul çocuklarının marşlarında; bazen özlediğinizin sesini size ulaştıran cep telefonunuzun çalışında. Evren tüm cömertliği ile bizlere sunduklarını fark etmemizi bekliyor sadece. Bizlere düşen ise farkındalığımızı artırmamız, detayları önemsememiz, küçük şeylerde yakalanacak gizemlerin de olduğunu unutmamamız bence.

Müzikal ses, maddeye yalnızca yaşam vermiyor, ona şekil de veriyor. Sesin maddeyi şekillendirdiği ve bir yapı verdiği, İsviçreli bilim adamı Hans Jenny tarafından 1960 yılında tartışılmaz bir şekilde ispat edilmiş. Jenny ses dalgalarının maddenin temelini oluşturduğunu göstermiş ve bu yeni alana ‘’cymatics’’ adını vermiş. Bu amaçla yaptığı deneylerinde; müziğin ve metal bir plaka üzerine serpiştirilmiş çeşitli maddelerin (kum, demir, talaş, su, cıva) üstündeki sesle ilgili ses tonlarının filmini çekmiş. Böylece yüzlerce farklı frekansın ve ritmik bileşimlerin yönetilmesinden doğan ses mandalalarının (geometrik şekillerin) kataloğunu hazırlamış.

Seslerin frekansları yükseldikçe şekillerin karmaşıklığı artıyor. Metal plakadaki maddeler belirli şekil veren sesler devam ettiği sürece yapılarını koruyor. Bu ise organlarımız dahil olmak üzere; doğadaki organik yapıların aynı zamanda ses dalga frekansları tarafından derinden etkilendiklerine işaret ediyor. Yani ses terapisi ile bir takım hastalıkları tedavi etmek mümkün oluyor.

1970’ lerde ise buradan yolan çıkan Dr. Peter Guy Manners, elle tutulan ve deriye temas eden bir aplikatör yardımı ile insan bedenine ses veren aleti tasarlıyor. Ona göre hastalığa neden olan titreşimdeki uyumsuzluk. Çünkü geniş kapsamlı beden titreşimi, birbirine bağlı olan organ ve  dokuların müzikal bir uyum içinde çalışmasıyla mümkün. Bu da mükemmel sağlığı tanımlıyor. Beden sağlığı Manners ‘e göre bedenin uyumlu seslerini düzenleme yoluyla korunuyor. Herhangi bir kısım ya da organ akordunu bozarsa hastalıklar baş gösteriyor; ta ki o ses uyumu yeniden yakalanana, yani tamamen iyileşene değin.

Ses, titreşim, duyulabilirlik, konuşmak, dünyanın en derin gizemlerinden birisi. Bu konu üzerinde öğrendiklerimiz bize sesin önemini ve bu güzel uyumunun bozulmaması için itina etmenin önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Hem kendi sağlığımız hem de evrendeki o muhteşem orkestranın uyumunu bozmamak adına…

Dünyadaki seslerin bize yansımaları hep UYUMLU, hep POZİTİF olsun. Kulağımıza çalınan her güzel ses, bizleri tebessüm ettirecek nedenlerimizle buluştururken; sevdiğimiz özlediğimiz melodilerin tınıları misafir olarak kalsın, hiç unutulmasın.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.10.2012

20 Ekim 2012 Cumartesi

BİYOLOJİK İNTERNET


İnsan DNA’sı  hala tam olarak çözülmemiş, içi bir takım sırlarla dolu olan ve her daim bilim adamlarının ilgisini çeken en küçük yapı taşımız... Üstelik bilim adamları onu biyolojik bir internet olarak tanımlıyor.

Bize sahip olduğumuz özellikleri veren, göz rengimizden, beden yapımıza, ellerimizden parmak uçlarımıza, saçlarımızdan tırnaklarımıza kadar her şeyimizi şekillendiren bir mucizevi yapı… Kendi küçük, marifeti tabiri yerindeyse devasa boyutlarda. Her yeni araştırma ve elde edilen sonuçla yaşadığımız şaşkınlık daha da artıyor. İşte tüm bu şaşkınlık verici gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim; geleceğimizin nasıl güzel şeylere hazır olduğunu bilmenin, sizleri de benim kadar mutlu edeceğini düşünüyorum.

DNA’mız sadece bedenin şekilsel oluşumuna katkı sağlamıyor, bilgilerin depolanmasını ve iletişimi de başarıyor. Amerika’lı Led Adleman’ın ifadesine göre, sadece 1 gram DNA molekülünü, 1 trilyon CD’ye eş değerde bilgiyi saklayabilme kapasitesine sahip. Temel gramer kuralları incelendiğinde ise, lisanların bizim DNA’mızın birer yansıması olduğu fikrine varıldı. Yani hiç birimizin konuştuğu lisan tesadüfen ortaya çıkmamıştı.

Şaşırmaya devam ediyoruz, DNA’mızın titreşimsel bir davranışı olduğu tespit edilince; yaşayan kromozonların aynen bir  holografik bir bilgisayar gibi çalıştığı anlaşıldı. Bu durum genetik bilim ve DNA frekansı adına oldukça önemliydi. Çünkü olumluluk ve onay belirten ses ve frekanslar yolladığında verdiği tepkiler, insan bedeninde pozitif anlamda etkileşim yapıyordu. Yani uygun ses, frekans ve lisan kullanarak pek çok sorunun yok edilebilmesi; bazı genetik bozuklukların giderilmesi adına büyük bir devrim niteliğindeydi.

Dalga genetiğinin gücüne inanan uzmanlar bunun, biyokimyasal işlemlerden çok daha etkili olduğunda hemfikirler. Ancak bunun başarıya ulaşması için, doğru yerde doğru frekansın kullanımı temel kural.

Herkes bir frekansa, yani titreşime sahip. DNA’nın salınım oranı 50 ile 150 Ghz arasında geziniyor. Ve iki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelip yaşamlarının bir kesitini birbiriyle paylaşıyor. Arkadaş, dost, sevgili ya da eş olabiliyor. Yine bu sebepten ayrılıklar yaşanıyor. Aralarından birinin frekansı yükselip diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşüyor. İşte o noktada, artık ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, birbirlerinin frekans aralığının dışında yer aldıkları için bağlantı kuramaz oluyorlar. Tam tersine, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğimiz insanlar bir araya gelebiliyor; çünkü frekans salınımları aynı. Sonuçta hepimizin bir takım enerji çalışmaları ve egzersizlerle bu frekanslarımızı açık ve yüksek tutmak için gayret göstermemiz gerekiyor. Bunun içinse korku ve umutsuzluktan uzak durmak neredeyse temel şart.

Bir başka konu ise boşluklarda DNA’mızın  rahatsız edici özellikler göstermesi. Ve üzerlerinde küçük delikler açılması. Evrende var olan benzer delikler, uzay ve zamanın dışında tümüyle farklı alanlar arasında bilgi akışını sağlayan tüneller. DNA bu bilgi parçacıklarını yakalayıp bizim şuurumuza naklediyor. Bizlerin altıncı his olarak bildiği iletişim işte bu şekilde oluyor. Ancak bu iletişimin zayıflamasına neden olan faktörler  de var; stres, kaygı ve korkular gibi...

Öte yandan şu anki bilim çağında, bilimsel şuur seviyemiz oldukça dengeli bir hale geldi. 
Dolayısıyla bütün bilgilere DNA’mız vasıtasıyla başkaları tarafından zorlanmadan veya uzaktan kumanda edilmeden ulaşabiliriz. Şimdi artık biliyoruz ki, interneti kullanırken bizim DNA'mız bu iletişim ağına bilgi yükleyebilir veya bu ağdan bilgi alabilir ve de bu ağı paylaşan diğer kişilerle temas kurabilir. Uzaktan şifa vermek, telepati veya birinin durumunu uzaktan hissetme olayları da ancak bu şekilde izah edilebilir. Örneğin, bazı hayvanlar sahipleri uzakta iken onların ne zaman eve dönmeyi planladıklarını hissedebilirler. Ya da zaman zaman yoğun olarak düşündüğümüz bir kişiden o anda bir mesaj, bir haber alır ve bunu çoğu kez  kalplerimizin karşılıklı attığını söyleyerek dile getiririz. İşte bu ve benzer olaylar DNA'mızın harikulade yapısını bize anlatan küçük ipuçları değil mi sizce de?

Bu konu hem uzun, hem de oldukça bilimsel ama kısaca özetlersek;

*DNA molekülünün sarmal yapısı,

*Genetik koda sahip oluşu,

*Tesadüfi reddeden nükleotid dizilimleri,

*Bilgi depolaması ve daha birçok çarpıcı bulgu…

Bu molekülün yapı ve fonksiyonlarının, hayatımız için özel bir tasarımla ayarlandığını ortaya koyuyor.

Yani DNA’mız aslında bizim MUCİZEVİ en küçük yapı taşımız; içimizdeki BİYOLOJİK İNTERNET' imiz.

Her bir yeni araştırma yepyeni buluşlara imza atarken, bizleri de şaşırtmaya da devam edecek gibi görünüyor… insanlık adına çalışmalarını bitmek bilmeyen sabırla devam eden, bizlerin yolunu aydınlatan  tüm bilim adamlarına saygımla…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.09.2012






6 Ekim 2012 Cumartesi

YOL AYIRIMI...

Yaşamımız boyunca hep bir yol ayırımı var önümüzde, seçimi tamamen bizim elimizde olan…

Ve pek çok etken… o seçimleri etkileyecek olan. Ya zirveye taşıyacak bizi kanatlandırıp ya da dipsiz kuyulara atacak görünmeyen kanatlarımızı kırıp. Ama yine de her seçimden biz, siz, sadece kendimiz sorumluyuz. Öyle ki sonuç bizim istediğimiz, hayal ettiğimiz şekilde de olabilir, tam tersi de. Tahmin ettiğimizden çok daha mutlu da olabiliriz, tamamen hüsrana da uğrayabiliriz. Sevabı da günahı da tamamen bize ait. Hiç kimseyi suçlamaya, mutsuzluklarımızın bedelini onlara ödetmeye  hakkımız yok. Bize düşen hayatın zorluklarına karşı direnirken cesareti hep yanı başımızda, hep sağduyumuzda tutmaya çalışmak.

Çevreye, doğaya, canlılara dikkatlice bakın. Zor şartlar altında ne çabalar ve özverilerle; ne başarılar kazanıldığını görün, farkı fark edin. Başka seçim şansları olmadığı için ellerindeki her şartı sonuna kadar zorlayanlardır onlar çoğunlukla. İçinde bulundukları zor durumdan kurtulmak adına gerekirse tırnaklarıyla kazarak kendi yollarını kendileri açarlar. Çünkü kendilerine kendilerinden başka destek yoktur bilirler. Üstelik önlerine çıkan pek çok engel onların hevesini her defasında kırsa da pes etmezler.

Elbette sadece insanlara değil, tüm canlılara has bu mücadele. Zorlu kış şartlarında üzerindeki bembeyaz kar örtüsünü yarıp, narin boynunu gökyüzüne uzatan kardelen çiçeğini düşünün bir kere. Ya da asfalt döşenmiş bir yol kenarında inadına açan sapsarı bir minicik çiçeği. Susuz topraksız yine de ben buradayım ve yaşıyorum der, adeta bağırır. Peki ya hayvanlar hepsi ayakta kalmak adına kıran kıran mücadelede.

Pek çoğumuz ise rahat ortamlarda, her şey elimizin altındayken bile seçim yapmayı beceremeyiz. Karşımıza çıkan eğitim imkanlarını elimizin tersiyle iter, herkesin gıpta ettiği okullardaki dersleri önemsemez, tüm bu hazırlıkların bize hayat boyu sağlayacağı artıları görmezden geliriz. Tabiri yerindeyse ite kaka, zar zor mezun olur, torpille girdiğimiz işten her gün kaytarmanın yollarını ararız. Tüm bu özensiz yaşam sürecimiz aslında bizi adım adım mutsuzluğa doğru sürükler de biz farkına dahi varmayız. Hayatın çarklarına kendimizi kaptırdığımız ve neredeyse soluklanmayı dahi unuttuğumuz zamanlara eriştiğimiz de ise hayallerimizin o renkli görüntüsü çoktan solmuştur. Son bir umut, son bir gayretle asılmak ya da asılmadan hayatın rutininde kaybolmak tıpkı yitip giden hayallerimiz gibi… işte yine bir yol ayırımı ve seçim yine bizim elmizde.

Oysa ki hangi yaşta olursak olalım; yapılacak öyle güzel şeyler, yaşanacak öyle renkli bir dünya var ki… Ama oturduğumuz yerden, hiçbir çaba göstermeden onlara sahip olmayı beklemek sadece büyük bir yanılgı olur, öyle değil mi? Neyi istiyorsak, nasıl istiyorsak onun için çabalamak gerek. Yılmadan, pes etmeden sonuna kadar savaşmak gerek. Gerekirse her şeyi göze almak ve eldeki imkanları sonuna kadar zorlamak gerek. Ama önce kendimize inanmak, yapacağımıza başaracağımıza olan güvenimizi asla kaybetmemek gerek. Sonrası nasılsa gelir…

Arzu ettiklerimize ulaşana kadar yaşadığımız her şey de bize hayatın gökkuşağı renkleri misali hediyedir. Asıl olan da budur. Çünkü mutluluk sonuçta değil; o yolda yürürken gösterdiğimiz tüm çabaların arasındaki tatlı acı anlarda saklıdır. Fark edebilmek, bulup çıkarmak ve bunlara sarılarak her defasında daha büyük bir azimle zirveye yol almak bizim elimizde. Zirve o ana kadar yaşadığımız mutlulukların son noktası ve yepyeni bir hayale koşma vaktini belirleyen yerdir aslında. Elde ettiklerimize sahip olmanın hazzıyla, heyecanla ve umutla.

Hayat kocaman bir sahne. Bir yanından diğer yanına giderken ki hayallerimiz ise bize eşlik eden en nadide güzellikler. Gerçekleştirebilmenin o güzel tadı başka hiçbir şeyde yok. O anlar bizim yaşam hanemizdeki en renkli film karelerimiz, gri siyahlar arasından pırıl pırıl parlayan. Gelin o renkli karelerimizi olabildiğince artıralım hazır fırsatımız varken.

Bugün, şu anda karar verelim ve hayallerimizi tek tek gerçekleştirmek için ilk adımı atalım.

Sonrası…

Sonrasında her şeyin çok güzel olacağı UMUDU ise hep yüreklerimizde…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

22.03.2012
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...