23 Ağustos 2012 Perşembe

VİCDANININ SESİNE KULAK VER!

İnsanların yaşarken aradığı en önemli özellik huzur duygusu. Huzurunuz yoksa dünyanın malına sahip olsanız da nafile. Geceleri yastığa başınızı koyduğunuzda huzurla gözlerinizi kapatıp, rüyalara alemine dalabilmek ne kadar güzel. Ama bunun için içinizin her anlamda rahat olması, vicdanen kendinizi iyi hissetmeniz lazım. Eğer vicdanınızın sesi sizi yalnız bırakmıyor, aradan geçen senelere rağmen susmuyorsa bir şeyler yanlış demektir.

Belki dün kadar yakın, belki çocukluk yıllarınıza ait olacak kadar uzak bir zamanda dengeler bozulmuş ve vicdan sesiniz o andan itibaren kurulu bir saat misali çalışmaya başlamış; üstelik sizi hep gafil avlamıştır. Hayatın rutin koşturmasıyla meşgulken, kalabalıklar arasındayken belki sesini duymazsınız; ama geceleri o zifiri karanlık çöküp yalnız kaldığınızda duyulur olur, en net şekliyle. Aslında hiç susmamıştır ki… üstelik siz susturmaya çabaladıkça daha da gür çıkar sesi. Görünmez bir kelepçe misali bağlar elinizi, kolunuzu, en önemlisi de ruhunuzu.

Geçenlerde Elif Şafak’ın Şemspare isimli romanını okurken rastladım böylesi güçlü bir vicdan sesine. Aradan geçen yıllara inat susmayan, bastırılamayan vicdanının sesiyle yolu yeniden İstanbul’a düşen Amerikalı bir kadın turistle ilgiliydi. Romanı okuyanlar hatırlayacaktır hemen. 1956 yılında Ayasofya’ya turist olarak gelen bu genç kadın, oradan altın varak kaplı 11 adet mozaiği çalıp, evine götürme dürtüsüne yenilmiş ne yazık ki. Neden, hangi amaçla yaptığı belli değil. Belli olan bir şey var ki o da mozaikleri evinde sakladığı. Ama yıllar geçtikçe içinde biriken ve dayanılmaz olan vicdan azabını bir türlü yenemeyip; çaldığı eserlerle geri dönmüş ve gözyaşları içinde iade etmiş. Üstelik çaldığı yere götürmeye cesaret edemeyip Kapalıçarşı’da bir kuyumcuya bırakmış.

Bu satırlarda pek çok detay var elbette. Bir turist gezip görmek amaçlı yaptığı uluslararası bir yolculukta böylesi bir şeyi neden yapar? Onca riski nasıl göze alır? O anda hangi duygusuna yenik düşer? Sadece görmekle yetinmeyip neden sahiplenmek ister ve hangi hakla? Tüm bunları anlamak zor. Ama sonuça, hayatının son demlerine ulaştığında vicdanının sesine daha fazla direnemediği açık.

Bu bir örnek hayatın kesitleri içinde; biraz marjinal belki ama hepimizin hayatında öyle şeyler oluyor; öyle şeylere duyarsız kalıp sesimizi çıkartamıyoruz ki yeri geldiğinde; sonuçta hepsi bir gün geliyor bizi vicdanımızın sesiyle baş başa bırakıyor. İşte o sesi duyduğumuzda ertelemeden hemen kulak vermeli bence. Zararın neresinden dönülürse kardır hesabı; hemen vicdan muhasebesi yapılıp o ses rahatlatılmalı. Onu duymazdan gelmenin, yok saymanın, zaman bırakmanın bir faydası olmayacağı açık. 
Tam tersi o sesin desibeli daha da yükseliyor belli ki. Ve artık dayanamaz hale gelip itiraf ediyor insanlar yaptıklarını. İş işten geçtikten sonra elbette, son haddede. Tam olarak rahatlıyorlar mı, işte orası da muamma.

Vicdan azabı zordur, tok karnına yemek yemeğe benzer. İçiniz almaz bir saatten sonra. Hazmetmeniz mümkün değildir. İşte bu denli acımasızdır gerçeklerde aslında, yüz yüze kalınca.

Vicdan rahatlığı, vicdanımızın sesinin yumuşak ve olumlu tınısı kulaklarımızda yer etsin. Bunu önemseyelim. Çocuklarımıza da daha küçük yaşlardan itibaren bunu vermeye çalışalım. Vicdan azabının yakıcı etkisini yaşamamak, geceleri rahat uyumak, hayata gülümserken rol yapmamak için bu şart bence. Yoksa aradan geçen yıllar içinde o sesle yaşamak bizlere ve hatta çevremize hayatı çekilmez hale getirebilir.

Hepimiz duygularla yoğrulmuş, zayıflıkları da olan varlıklarız. Zaman zaman içsel istek ve dürtülerimizin, hırs ve nefretlerimizin bizi nefsimizle karşı karşıya getirdiği de doğru. Üstelik bu gibi negatif duygular, manevi bakışımıza da her an bir set çekme hazırlığında. Tüm bunları aşmanın en güzel yolu ise nefsimizi terbiye etmeye çalışmak ve vicdan sesimizle uyum içinde yaşamak olmalı.

Yalan söylememek, yalanın beyaz ya da pembe renklerine sığınmamak, aldatmamak, başkalarının özgürlük alanlarına girip rahatsız etmemek, can yakmamak, sevgi ve saygının o gümüşi tonlarını hayatın her tarafına serpiştirmek, her an herkese yardım elimizi uzatmak, sadece kendimiz için değil başkaları için de iyilikler dilemek  ve paylaşmanın güzelliğini bilmek yeterli bunun için.

Gelin bu noktada uzmanların sesine ve felsefik açıklamalarına kulak verelim kısaca. ‘’Nefsaniyet, maddenin bir araç olduğunun unutularak amaç edinilmesiyle, bencilce duyguları tatmin etmek hırsı” olarak tanımlanır ki; nefsaniyet sesinin karşıtı vicdan sesidir.’’ Bu durumda kökü bencillik ve bencil duygular olan nefsaniyeti denetleyebilmenin en büyük silahı insanın her anlamda kendi nefsini denetleyebilmesi, en büyük yardımcısı ise vicdan oluyor. Tam yerinde Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin şu önemli sözüne de yer vermeden geçmeyelim. 

“Suri olan put yılan ise, nefsin putu ejderhadır.(…) Kendindeki şu müthiş savaşa bak! Başkalarının savaşıyla ne meşgul olup durursun!”

Ülke olarak, bu güzel ülkede yaşayan bireyler olarak vicdanı hür ve rahat olmak önce kendi vicdanımızın sesini yok etmekle mümkün unutmayalım.

Sevdiklerimize, yakınlarımıza henüz hayattayken sevgiyle kalbimizi açmak, yapabilecek olduğumuz her şeyi yapmak, ilerde keşke dememek için çabalamak, iyi ki hanemizin artılarını çoğaltmak; bize vicdanımızla rahat ve huzurlu bir yol açacak ben buna eminim. Bunun içinse çaba göstermek gerek ki bu çaba vicdanımızın rotasını huzura döndürsün.

Sevgiyle, vicdanınızın kadife sesinde huzurla kalın.
Belgin ERYAVUZ

18.08.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...