20 Ocak 2012 Cuma

ADI ÜSTÜNDE HAYAL...


Hayal kurmak…

Pembenin en can alıcı, mavinin en göz okşayıcı tonlarında sadece kendimizin yarattığı bir alemde gezinmek…

Gün gelip o mavi gökyüzünde bir beyaz martı olup uçtuğunu düşlemek, gün gelip yemyeşil çayırlarda ve rengârenk çiçekler arasında uçuşan bir kelebek kadar naif ve vurdum duymaz olmak…

Gün gelip lacivert okyanusların derinliklerinde yüzüp, yunuslarla arkadaş olmak; gün gelip karlı dağların en tepesine tırmanan korkusuz bir dağcı olmak.

Hayal bu, adı üstünde zaten. Öyle geniş, öyle uçsuz bucaksız ve sınırsız ki… İş sadece sizin düş kurma maharetinize ve içinizdeki o çocuk sevincinize kalmış. Kısıtlama yok, engel yok, her şey sınırsız bu alemde. Hayallerinizde her şey olabilirsiniz, herkesin yerini alabilirsiniz.

Hayal kurmak insanın iç dünyasını zenginleştirir bana göre. Yaşama daha sıkı sarılmasını, hayattan daha çok zevk almasını sağlar. Varsın uçsuz bucaksız bir hayaliniz olsun, varsın söylediğinizde çevrenizdekiler çok uçuk kaçık bulsun Ne olur ki?

Siz ve hayalleriniz özgürsünüz, hem de hiç olmadığınız kadar. Bunun tadını çıkarmak en güzeli değil mi sizce de? Unutmayalım ki hayallerle aramızdaki tek engel, yine kendimiz. Kendi kendimize koyduğumuz sınırlandırmalar.

Hayal kurma üzerine iki tip yaklaşım var genellikle. Bir tanesi hayallerine sınır koymaktan yana olanların düşüncesi ki, onlar bu sınırı koyarak hayalleri gerçekleşmediğinde oluşacak hayal kırıklığını minimize etmek istiyorlar. Diğeri ise hayallerine sınır koymayanların düşüncesi ki, onlar aslında bir yönleri ile daha gerçekçiler. Çünkü hayallerin gerçekleşmemesi, hayal kırıklığına uğrayıp, hayata küsmek için bir neden değildir tezini savunuyorlar.

Sizleri bilmem ama ben hayallerin sınırsız olmasından yanayım. Çok hayalci birisi olduğum için değil, tam tersi mantığım daha ön plandadır her zaman, ama olsun. Kurulan hayallerin bakış açımızı zenginleştirdiğini, içimize yaşama coşkusu aşıladığını düşündüğüm için o süreç önemli bence. 
İnsanın kurduğu bir hayale kavuşması, onu gerçekleştirmesi elbette doruk noktadır, ama hayal kurduğunuz süreç çok daha heyecanlı ve anlamlı. Çünkü hayale kavuştuğunuz anda, elde etmiş olmanın hazzını yaşarsınız ve her şey biter. Hatta bazı zamanlar gelir ki; o olmasını çok istediğiniz ve hep hayalinizde yaşattığınız o büyük arzunuz  gerçekleşmiştir;  ama siz gerçekten de beklediğiniz kadar mutlu olamadığınızı fark edersiniz. İşte en acısı da budur. O nedenle hayal kurma sürecinin keyfini çıkarmak, özgürlüğü buram buram koklamak çok daha iyi bana göre. Hayalinize sımsıkı sarılırken; hayata gülümseyerek bakabilmenin, çevreye pozitif enerji dağıtmanın ve bir ayna misali size yeniden yansımasının tadı çıkarın önce.  Sonrasında olacaklar bir pastanın kreması gibi ağzınızda hoş bir tat bırakıp gidecek nasılsa anılar hanenize. Orada sizi gülümseten kareler çokça olsun ki, içiniz hep sıcak kalsın.

Hayal kuran, hayal kurup yaşam sevincine sevinç katan herkese selam olsun.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.01.2012




14 Ocak 2012 Cumartesi

DUR! DEME ZAMANI GEÇTİ BİLE…


Şiddet, taciz, dayak, işkence, darp ve her türlü işkenceye maruz kalan; dahası canına kıyılan kadınlar, kadınlarımız…

Dünyadaki en değerli hak olan yaşama hakkını onların elinden alıp gururuna ve kıskançlığına yenik düşen erkekler…

Bir zamanlar sevdiği, belki de aşık olup evlendiği, uğruna pek çok şeyi göze aldığı kadınını, çocuklarının anasını öldürecek kadar gözü dönebilen eşler…

Tüm bu karmaşanın en orta yerindeki sessiz seyirciler ;  bir şekilde anasız, babasız kalan yetimler…

Bu nasıl acı bir tablodur ki, bir ucu mutlaka birilerine dokunur ve dokunduğu yeri anında yakar. Bu nasıl acı bir tablodur ki, her duyanın içini sızlatır, yüreğini parça parça eder. Ve bu tabloda her defasında bir kadının hayatı harcanır, gözler önünde yok olur gider.

Bir canlının hayatına kast etmeyi  açıklayacak kelime bulmakta  zorlanıyor insan. Sebepleri  öyle önemsiz kalıyor ki her defasında. Çünkü hiçbir sebebin  bir canı yok etmeye değmeyeceği  gün gibi ortada. Kaldı ki, kadınlarımız çoğu yerde hiç sebepsiz yere dövülüyor, işkence görüyor, tacize uğruyor ve öldürülüyor. Pek çok erkek dışarıda, belki iş yerinde, belki yolda  birilerine, bir şeylere kızıyor ve akşam eve döndüğünde hırsını karısından ve hatta çocuklarından çıkarıyor. Bir iki dakika durup düşünmeden etrafındaki her söze, her yalana inanıyor. Doluyor, dolduruşa geliyor her ne derseniz deyin ama o söylenenleri bir an olsun düşünmüyor. Sebeplerini, nedenlerini, niçinlerini arama zahmetine dahi katlanmıyor. Ve olanca hırsıyla, öfkesiyle eşine, çocuklarına, ailesine hayatı çekilmez hale getiriyor. Bağırıyor yetmiyor, dayak atıyor yetmiyor, etrafında ne varsa kırıp geçiriyor yine yetmiyor ve son noktaya geliniyor…

Özellikle son yıllarda  kadın cinayetlerindeki  artış hepimizin dikkatini fazlasıyla çekmeye başladı.  
Her geçen gün haberlerde ya da gazete sütunlarında bir kadının eşi tarafından bıçaklandığını, öldüresiye dövüldüğünü okumuyor muyuz? Elbette içimiz sızlıyor her bir haberde, elbette içimizde fırtınalar kopuyor o çaresiz kadınımıza varlığından haberdar olup vaktinde el uzatamadığımız için. Ama tüm bu yapılanlara tam olarak DUR diyecek bir önlemi ivedilikle alamıyoruz nedense.

Oysa ki bir candan bahsediyoruz. Bir hayattan. Hepimiz gibi doğan, binbir zahmetle büyüyen, umutları olan, hayallerini yeşertmek  adına  evlenen ve gencecik yaşlarında bu ağır travmayla ömürlerini geçiren kadınlardan, kadınlarımızdan…

Onların da duyguları var, onların da ruhları  var. Bir oyuncak, bir mal, oradan oraya atılıp sürüklenen bir eşya değiller ki… zaman zaman unutsak da onlarında annesi, babası, kardeşleri, akrabaları ve sevenleri var. Onlar da bir can taşıyor; tıpkı sizler gibi, tıpkı bizler gibi, hepimiz gibi.

Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmanın, sağlıklı çocuklar yetiştirip, sağlıklı aile kurmanın ve bunun bir zincir misali devamının tek bir yolu var o da sevgiden geçiyor. Ve bu da önce insanın kendisini sevmesiyle başlıyor; daha sonra da çevresindeki her şeye, kısacası hayata sevgiyle bakmasıyla katmerleniyor.

İnsanları sevmek, onların ilişkilerine saygı duymak yaşadığımız toplumun temel ilkesi olmalı. 
Gerek toplumsal gerekse ikili ilişkilerimizde. Çünkü eğer seviyorsanız, gerçekten yüreğiniz titriyorsa bu sevgiden; karşınızdaki hiçbir canlıya kötülüğünüz dokunmaz, dokunamaz. Sevginiz buna izin vermez. Hele hele sevginizi bir de onun ayrılmaz ikilisi SAYGI ile besliyorsanız; bir adım geride durmayı bilirsiniz. Hareketlerinizde ve konuşmalarınızda, tavır ve davranışlarınızda hep bu sevginin mis gibi kokusuyla, saygının kendine has naifliği okunur. İşte o zaman ne bir başkasına el kalkar, ne dayak atılır, ne darp, ne taciz, ne de öldürme gibi üzücü olaylar yaşanır, yaşatılır.

Kadınlarımızın kadınlığını özgürce hissedebildiği, sevgi ve saygı gördüğü, hak ettikleri mutluluğu yakaladıkları bir dünya yaratabilmek umudumla… Daha duyarlı, daha sevecen olacağımız günlere, hep beraber elele.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

31.12.2011





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...