21 Ocak 2010 Perşembe

BEYAZ KURDELE



Şiddet, her şekliyle insanın insana, insanın hayvana kısacası yaşayan, nefes alan bir canlıya uyguladığı o zorba baskı! Aslında bu konu hakkında yazarken, yazılanları okurken, yorumlar yaparken hepimiz aşırı şekilde geriliyor, iç isyanımızı bastırmakta güçlük çekiyoruz biliyorum; peki ya bizzat uygulayanlar…hangi ruh hali içindeyken bu davranışları sergiliyorlar, işte bunu anlayabilmek mümkün değil. Sanırım insanlıktan tamamen çıkıyor, bambaşka bir ruh haline bürünüyor, adeta canavarlaşıyorlar. Bu tanım sizlere çok mu acımasız geldi bilemiyorum ama; gün geçtikçe yozlaşan toplum değerlerimizi, yitirdiğimiz etik anlayışımızı ve yapılan vahşilikleri gördükten sonra az bile kaldığını düşünüyorum ben.

Öte yandan, bu sevimsiz konunun çok işlendiğini, çok dile getirildiğini, her defasında hepimizin yüreklerini dağladığını ve dağlamaya devam ettiğini de kabul ediyorum. Ama toplum bilinci sağlayabilmemiz, ne kadar üzülsek de konudan uzak kalmamamız ve daha duyarlı olabilmek adına yazmak ve yazılanları okumak, kısacası paylaşmak gerektiğine de inanıyorum. Çünkü konu ve getirdikleri son derece önemli hem de hepimiz için.

Şiddete maruz kalmak, o acımazlığı an be an yaşamak, ince ince sızlayan bir yürekle bir ömür geçirmek, yıllarca kimselerle paylaşamamak hiç de kolay değil. Mutlaka çeken bilir, bizler ise sadece anlamaya çalışabiliriz.

Nedendir bu şiddet, bu acımasızlık? İnsanlardaki hangi durumlar onların böylesi bir ruh haline bürünmelerine sebep olur? Sorular zor, sorular karmaşık ve ne yazık ki soruların tek bir cevabı yok…

Şiddet o kadar geniş boyutlu bir spektrum içeriyor, bünyesinde o denli çok şeyi barındırıyor ki…Çocuğa, kadına, zaman zaman anneye, babaya uygulanan şiddet; dayak; taciz ve zorla bir şeyleri kabul ettirmenin ötesinde cinsel istismarlar; tecavüzler; aile içlerinde kapalı kapılar ardında sıkça uygulanan ensest ilişkiler…tümü ne kadar acı, ne kadar kalp yaralayıcı olsa da maalesef günümüzün gerçeği. Giderek insanlığımızdan utanır hale gelmemizin en önemli göstergesi. Birçok şeyi tabu yapıp konuşamamanın, ayıp saymanın iç karartıcı senaryosu hem de yüzlerce, binlerce. Bir anlık zevk, bir anlık kendini kaybetme duygusunun ortaya çıkardığı acı bilanço. Vicdanın yerle bir edildiği, unutulduğu bir toplum haline gelişimizin en hazin belirtisi.

Küçücük bir çocuğa acımasızca kalkan bir elin sahibinden nasıl vicdan bekleyebilir ki insan. Eşine, kızına, oğluna her gece dayak atan ve ancak böyle rahatladığını söyleyen bir babadan; ya da küçücük bir bedene uzanarak vahşi emellerini gerçekleştiren sapık ruhlu bir akrabadan.

Bir çocuk dünyaya getirmenin ne denli büyük bir sorumluluk olduğundan habersiz bir kesim insanımıza, o çocukları sağlıklı bir ruh hali ile topluma kazandırırken, adam gibi yetiştirmenin büyük bir sorumluluk olduğunu nasıl anlatabiliriz ki…dünyadaki tüm kötülüklerden habersiz minicik yavruların masum dünyalarını kara birer yılan gibi sokmanın gerekçelerini hangi yürek kolay kabul edebilir ki…

Yaşamak, hayatımızı idame ettirirken paylaşmak durumunda olduğumuz tüm değerlerimiz vicdanımızla anlam bulmaz mı sizce? Vicdan varsa eğer insanın kalbinde, toplum içindeki davranışları asla başkalarına zarar vermeyecektir, öyle değil mi? Bu bağlamda bir anne, bir baba, bir akraba nasıl olur da dünyanın en masum varlıklarına, çocuklarımıza kötülük yapabilir?

Öte yandan varlarını yoklarını bize, bizim geleceğimize adayan ve bu uğurda her türlü fedakarlığı yapan anne ve babalarımıza eziyet çektiren, el kaldıran, döven, sokağa atanlara ne demeli? Saygı ve sevginin en yücesini hak eden bu dünya tatlısı insanların kalbini acıtmanın, aşağılamanın, son günlerinde zor durumlara düşmelerine neden olmanın haklı bir gerekçesi olabilir mi?

İnsanlığımızdan bu kadar mı uzaklaştık, kalplerimiz bu kadar mı acımasız hale geldi ki sözüm ona sevdiklerimize bir şekilde zarar veriyoruz.

Ne oldu bizlere?

Tepkisizlik, vurdumduymazlık hat safhada. Sadece dışardan bakıyor, yabancı gözlerle bir film gibi izliyor, timsah göz yaşları döküyoruz, o kadar…

Yapılan araştırmalar ne yazık ki ailesinde şiddet görenlerin ilerde kendi çocuklarına da şiddet uyguladığını gösteriyor. Yani geçmişinde dayak yiyenler ilerideki yaşamlarında bir şekilde uygulamacı oluyorlar; çocuklarını yada eşlerini dövüyor, onlarında hayatlarını çekilmez hale getiriyorlar. Aslında ilginç değil mi? Şiddet görenin, dayak yiyenin bu acıları birebir yaşayan birisi olarak ileride bunları uygulayan olması. İlginç ve acı ama, maalesef gerçek. Olayı biraz daha normal boyutlara taşıdığımızda, ailesinden çok baskı gören kız çocuklarının anne olduklarında aynı baskıyı kendi çocuklarına da uyguladığına şahit oluyorum kendi çevremde zaman zaman. Oysaki tam tersinin olması daha mantıklıymış gibi gelmiyor mu sizce de? Ne bileyim en azından o baskıları yaşamış ve ruhu buna zor dayanmışsa hatta an gelip isyan noktasına kadar bunalmışsa, çocuklarını daha iyi anlaması gerekmez mi ebeveynlerin?

Ama hayır! Sanki tarih aynen tekerrür ediyor sadece oyuncular değişiyor.

Peki tüm bu iç karartıcı tabloyu düzletecek çözüm yada çözümler var mı? Hukuki anlamda verilemeyen cezalar, verildiği halde eksik kalan ve aflarla serbest bırakılmaya kadar giden yolu çabuklaştıran cezaların, olaylardaki etkisini ve çözümlerdeki yetersizliğini hepimiz biliyoruz. Üstelik ceza aldıkları halde uslanmayan, içlerindeki kötü emellere söz geçiremeyen o sapkınlar dışarıya çıktıklarında yine ve yeniden aynı vahşilikleri yapmaktan geri kalmıyorlar. Elbetteki daha caydırıcı cezalar verilmesi, buna ek olarak psikolojik tedaviye alınmaları da bir çözüm ama maalesef hiçbiri yeterli olamıyor. Bu işi kökünden temelinden çözmek için tek yol var , o da eğitim…

Aile içi eğitim…Sevginin o derin hoşgörüsü altında konuşarak, bazı şeyleri tabu olarak görmeden açıkça paylaşarak çocuklarımızı eğitmek. Köylerden kasabalara, kentlerden şehirlere ve büyük metropollere…Her yerde öncelik sevgi ile harmanlanmış aile içi eğitim olmalı. Okul öncesinden çocuklarımıza vereceğimiz kendi gelenek ve göreneklerimizle desteklediğimiz o sağlam değerlerle; yavrularımız henüz minicikken ve her şeyi almaya açıkken en doğru şekli ile onları yönlendirmeliyiz.

Bunu yapabilmek içinde, sürekli okumak, araştırmak ve dünyaya getirdiğimiz yavrularımıza nasıl daha yararlı olabilirim diye düşünmek gerekli. Bizler bunu yapabildiğimiz sürece, kendine güvenen, ayakları yere sağlam basan çocuklar yetiştirebiliriz. Ve bu bir dişlinin çarkları gibi birinden diğerine geçerek tüm topluma yansır. Sağlam çocuklar sağlam gençleri, sağlam gençler ise geleceğin güvenli ailelerini oluşturur. Onların yetiştirdiği çocuklar ise kendilerinden her zaman bir adım önde ve hayatla her zaman barışık, sevgi dolu, vicdan yüklü, sorumluluk sahibi olurlar.

Pek çoğumuz maalesef üzülmemek adına bu tarz haberleri yorumları okumuyor bir kalemde es geçiyoruz. Oysaki üç maymunu oynamanın bencilliğine yenik düşmememiz gerektiğini yinelemeliyim. Çevremizde bir yerlerde şiddet, taciz varsa ve biz buna göz yumuyor görmezden geliyor susuyorsak aslında bunun da bir suç olduğunu bilmemiz gerekli. Yasal anlamda suç olmasının yanında vicdani anlamda da kabul edilemez bir sorumsuzluk bana göre. Bir şekilde sesimizi çıkarmalı, bir şekilde o insanlara yardım elimizi uzatmalıyız; en azından konuşarak paylaşarak yol göstererek yalnız olmadıklarını hissettirerek.

Bu dile getirdiklerim çok şey mi? Asla değil! Yapılacak olan hepimizin bu anlamda biraz daha duyarlı, istekli ve paylaşımcı olması.

Hepiniz sevgiyle kalın.

NOT: yazımın isim annesi canım kızım Deniz’ime teşekkür etmeden geçemedim, izninizle…

Belgin ERYAVUZ
10.11.2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...