15 Ekim 2009 Perşembe

Gizemli Damlacıkların Mucizesi


Gözyaşlarımız hesapsız, çocukça bir masumlukla gözlerimizden usul usul süzülüp bir sicim misali yanaklarımızdan akmaya başlarken; içimizdeki gri karamsar bulutları da bir bilinmeyene doğru alıp götürür. Yüreğimizin üzerindeki tonlarca ağırlığı kaldırıp bizi bir anda hafifleten kırılgan ama naif hislerimizin gizemli damlacıklarıdır onlar.

Öylesine kıymetli, öylesine gerçektirler ki, karşısında ağlayan birisini görünce dayanabilecek, buz gibi hareketsiz kalacak, titremeyecek bir yürek düşünmek çok zordur sanırım. Çünkü bu gizemli damlacıklarda en katı kalpleri bile yumuşacık yapan ve insana alabildiğince huzur kapılarını açan bir mucize vardır sanki. Cesaret ve netliğin beraberliğinden doğan bir masumiyet göstergesidir belki de. Severek dinlediğimiz ne çok şarkıda gözyaşından esinlemiştir, hiç dikkatinizi çekti mi? Örneğin;”gözyaşımda saklısın ağlayamam ben….”

Gerçekten de gözyaşımızda sakladığımız ne kadar çok anımız vardır, kimselerin bilmediği, içimizde, kalbimizin derinliklerinde sadece bizimle beraber yaşayan. Pembe beyaz sevinçler, en tatlı mutluluklar, en derin acılar, kabus gibi yalnızlıklar, hayat boyunca yaşadığımız acı-tatlı tüm duygularımız; akıttığımız her damlada gizemini korur. Bu nedenle değil midir hep merakla sebebini bulmaya çalışmak ve her defasında “neden” demek. Belki de yine bu nedenledir göz yaşlarımızı akıtmaktan korkumuz; birilerinin o halimizle bizi görüp sorgu sual etmelerinden çekiniriz hiç sebepsiz. Oysa ki açıklamak zorunda değiliz ki gözyaşlarımızı. Bazen hiç sebepsiz yere de ağladığımız olur. Bu bir tür birikmiş duygularımızın dışa vurumudur. Gözyaşlarımız akarken soluksuz, içimizdeki duygular bir deniz misali çoşup kabarır. Bir taşma noktası, bir patlama, belki de bardaktaki taşmaya hazır son damladır artık o. Akmasının, kirpiklerimizden yanaklarımıza doğru usul usul süzülmesinin sırası çoktan gelmiştir kendi iç dünyamızda.


Gözyaşlarımız öyle zamanlarda ortaya çıkıverir ki bazen bizi bile hazırlıksız yakalar. Örneğin, çok keyifli bir ortamda bir film izlerken sessizce belirir göz pınarlarımızda. Saklamaya çalışır, kimselere göstermeden kurumasını bekleriz karanlık sinema salonunda. Oysaki duygusal bir etkileşim sonucunda ortaya çıkan göz yaşlarımızdan utanmak ve onları saklamaya çalışmak niye? Hayır, ağlamak asla bir zayıflık göstergesi değildir. Tamamen bize ve iç dünyamıza ait olup, gerektiği zaman çekinmeden kullanılabilmelidir.


Sadece kadınlar değil bence erkekler de ağlar, hatta ağlamalıdır. Son derece doğal, son derece içten gelen bu güzel tepkiye , farklı tepkiler vermek niye? Masumluğu, ele almaya korktuğumuz narin bir cam heykel misali kırılganlığı ve tüm saygınlığı ile bence ağlamak güzeldir. İnsan olmanın en naif göstergesidir. Yaşamın vazgeçilmez tadları arasına saklanmış minicik duygu damlacıklarıdır.


Bu gizemli damlalarda aşkı, nefreti, ayrılık acısını, özlemi, kederi, sevinçleri, hayal kırıklığını, terk edilmişliği, yalnızlığı,…sebepleri yada sebepsizliği bulmak öyle zordur ki.
Sırası geldiğinde ağlayın özgürce, rahatlayana değin, hesapsız, kimseden çekinmeden ve kimseye herhangi bir açıklama yapmaya gerek duymadan. Unutmayın hayat sizin hayatınız. Kimsenin şekillendirmesine ve yönlendirmesine izin vermenize ihtiyacınız yok. Hayatınızı en güzel şekli ile yaşamak nasıl sizin en doğal hakkınızsa, ağlamak da öyle. Önemli olan gözyaşlarınızın sizi rahatlatmasının yanında; hayatınıza yer eden kişilerin de “Sen ağlama dayanamam, ağlama göz bebeğim sana kıyamam…” nakaratında olduğu gibi size bunu hissettirebilmeleri.

Sevgiyle kalın ve ne olur gözyaşlarınızdan utanmayın.

Belgin ERYAVUZ

25.02.2004

Duymak İstemiyorum!






Ne yazık ki toplumsal yaşantımızın acı bir gerçeği gibidir argo konuşmak, küfür etmek ve bunları duymak zorunda kalmak… İnsanların kızgınlıkları anında yenik düştükleri zavallılıklarının en açık göstergesidir belki de. Oysaki topluluk içinde, insanlarla bir arada yaşarken uymak zorunda olduğumuz bazı etik değerler ve kıstaslar vardır. Birebir ilişkilerde sürekli argo ve küfürlü konuşmak , hem de bunu büyük bir marifetmiş gibi tekrarlamak…

Kulaklarımızı tırmalayan bu nahoş sözcüklerin kullanım gayesi nedir peki? Bayan yada erkek bu tarz konuşmayı yaşamlarının her anında fütursuzca kullanan insanları ne yazık ki anlayamamanın ötesinde saygı sınırlarını zorlayan insanlar olarak da görüyorum.

Bu nasıl bir davranış şeklidir? Bir tür rahatlamam yolu mu? Kendini daha iyi ve güçlü hissetme mi? Yoksa tuhaf bir tatmin şekli mi? Kızgınlıklarımızın şiddeti içindeyken; ağzımızdan çıkan kelimelere sahip olamamanın verdiği bir tür zayıflık mı? Enteresan olan yanı ise çok yazıktır ki; sarf ederken ve işitirken insanların bunu tebessümle, gülümseyerek karşılayabilmeleri. Özellikle bu tatsız kelimeleri minicik çocuklar sarf ettiklerinde, onları adeta teşvik edercesine alkış tutulmasına ne demeli? Ne kadar da acı.

Aslında argo, sözcük anlamı olarak; bir toplumda içe dönük yaşayan ve toplumun geri kalan kesimlerinden ayrılmak ve/veya korunmak isteyen, daha çok kapalı grupların kullandığı özel sözcükler bütünüdür. Oluşumu, ortaya çıkma sebebi de bu amaçla olup belirli bir gizliliği de içermektedir. Bir nevi karşı çıkma öğesidir. Her ne kadar şaka ve mizah duygusu içerse de zamanla kaba ve küfürlü sözcükler haline gelmiştir. Ama içindeki gizlilik her zaman ilgi uyandırmaya devam etmiştir. Bu nedenle de azınlık grupları, bir tür şifreli konuşma tekniği olan bu dili ısrarla kullanmaya devam etmişlerdir. Ancak argonun; yersiz , zamansız ve çok sık kullanıldığında kaba ve küfürlü sözcüklerle sıkıcı olaya başladığı da yadsınamaz bir gerçektir.

Ben ısrarla diyorum ki, egosunu tamamen yenmiş, kendisiyle barışık olan, kendi kişiliklerine güvenleri tam olan insanların gerçek konuşma dili böyle olamaz. Gerçeklerini kendi içlerinde bulmuş olan insanlar anlık kızgınlıklarına, öfkelerine sahip olmayı; ağızlarından çıkan her sözcüğün arkasında yer almaları gerektiğini bilir ve konuşma üsluplarını sahiplenirler. Alınan eğitimle de yakın alakalı olmakla birlikte temel nokta kişilik saygısıdır. Kısaca, kendine saygısı olan insanlar konuşma dillerine de sahip çıkarlar.

Son olarak; ben küfürlü konuşmaları ister istemez duyduğumda ne mi yapıyorum? Kulaklarımı tüm seslere kapatıp, orada olmamayı diliyorum. Peki ya siz?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
24.01.2004

Dingin Mavi Denize Özlem


Dingin mavi suları özlüyorum delicesine. Dalgalı denizlerden sıyrılmayı, köpük köpük kabaran dalgalardan kurtulmayı ve çarşaf gibi durgun masmavi bir denizin ortasında kalabilmeyi istiyorum. Yoruldum bu dalgalardan, azgın sulardan, hatta zaman zaman nefes alamamaktan. Çünkü öyle anlarım oluyor ki, dev dalgalar beni adeta yutuyor, üzerimden geçtikçe çığlıklarım duyulmaz oluyor. Yalnızlığım daha bir çekilmez hale geliyor. Beni sevenler, dostlarım nerede?

Hiç yılmadan kulaç atıyorum. Sabırla...dalgaların biteceği günü bekliyorum.

Gözlerim tuzlu sudan kızarmış bir halde ağlamayı bile özlüyorum. Çünkü göz yaşlarımın her akışında, yanaklarımdan her sessiz süzülüşünde içimdeki fırtına biraz olsun hafifliyor, deniz tuzunun yakıp kavurduğu gözlerim rahatlıyor. Sevdiklerimi, dostlarımı çağırıyorum tek tek. Ama tek bir yanıt bile gelmiyor onlardan.

Neredeyim ben, nereden çıktı bu dalgalar, bu azgın deniz... Oysaki ben denize aşığım... Her sene yaz mevsimini nasılda özlemle beklerim, denizle buluşma anımızı, o anda hissettiklerimi anlatacak kelime bulmakta zorlanırım. Ama bu dalgalar... Ah... bu azgın köpükler yok mu? Gözlerimi acıtıyor, içimi yakıyor.

Yalnızlığım lacivert denizin diplerinde, beni aşağılara çektikçe çekiyor. Tam dayanamayacağım artık dediğim bir anda, ani bir güçle tekrar yüzeye çıkıyorum, ama her defasında “ bu sondu herhalde” diyorum. Yüzüyorum, yüzüyorum… Her bir kulacım bir öncekinden daha yavaş artık. Yoruldum, nefessiz kalmaktan, kalbimin deli gibi atışından, kızarmış gözlerimden, duyulmayan sesimden, artık hissetmeyen kollarımdan...Son bir umut, evet son bir umutla belki de bu kez gerçekten son defa, son bir gayretle atıyorum kulaçlarımı.

Özlemlerim yüreğimde, sevdiklerim kalbimin sırça köşkünde. Ama dostlarım, her şeyi paylaşabildiğim gerçek dostlarım yok artık. Onları geri istiyorum, bilmem anlatabiliyor muyum?

Kulaç attığınız denizlerin hep dingin ve sakin kalması dileği ile.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
11/08/2003

Hayatımızdaki Özeller


Özel… Sadece dört harften oluşuyor ama tek başına taşıdığı anlam ne denli büyüktür aslında. Özel bir yaşam, özel eşyalar, özel bir mekan, özel bir müzik, özel aşklar, özel ilişkiler, özel insanlar ve özel dostluklar…

Hiç düşündünüz mü hayatınızdaki özelleri? Doğduğumuz andan itibaren bir çok özele sahip oluruz isteyerek yada istemeden, kendiliğinden. Özel bir oyuncak, özel bir aile, özel ilgi ve sevgi. Büyüdükçe özellerimiz artar, ama değerleri, hatta sınırları ve bizim özellerimize bakış açılarımız, onları sahiplenme şekillerimiz değişir. Artık kendimize ait özel bir kişiliğimiz vardır. Özel okullar, özel arabalar, özel telefonlar, size verilmek üzere özenle ve heyecanla seçilmiş özel bir hediye, hatta özel mesajlar… Ne kadar da çoktur özellerimiz. Evliysek eşimiz özeldir, aşıksak sevgilimiz özeldir; çocuklarımız varsa onlar özeldir ayrı ayrı. Eğer onlardan birisi engelliyse, işte o yavrumuzun kalbimizdeki yeri her şeyden, herkesten özeldir. Dostlarımız, arkadaşlarımız, arayıp soranlarımız vardır çevremizde sayısız. Ama içlerinden bazıları gerçekten özeldir. Özel dostlarımız ruhumuzun aynası kadar bize yakın olan kişilerdir, ömür boyu kaybetmek istemediğimiz.

Özel dokunuşlar, özel sıcacık sarılmalar, özel bakışlar, özel anlar, özel günler… Bize ait, belki de yabancılara hiçbir şey ifade etmeyen ancak bizim için değeri tartışmasız en büyük olan bu nüanslar; bizim dünyamızı, duygularımızı, özelliklerimizi yansıtır bir anlamda.Çünkü hepimiz algıladığımız her şeye kendi kişiliğimizden farklı anlamlar yükleriz. İşte hem bizi hem de bize “özel” olanları farklılaştıran da algıladıklarımıza yüklediğimiz bu naif anlamlardır. Bir çok faktör birbiri ile etkileşerek bu sonucu oluşturur. İnsanın kendine has özel yapısı da bunu destekler. Sonuçta sadece bize has duygularla özel sıfatı alan ve hayatımıza giren vazgeçemediğimiz "özel"lerimiz ortaya çıkar.

Sözgelimi öyle renkler vardır ki, bazılarımız o rengi yaşantımızın her anında görmek isteriz, çünkü o renkler bizim duygularımızla katmerleşip özel sıfatını almış, kimseler bilmeden vazgeçilmezimiz olmuş, yüreğimizin en nadide yerine saklanmıştır, bize bile fark ettirmeden. Oysaki aynı renk diğer bir başkası için hiçbir şey ifade etmeyecek, sadece sıradan bir renk olarak algılanacaktır.

Gelin şimdide bize özel mekanlara gidelim sessizce düşlerimizde. Hayatımızın en zorlu anlarında kaçıp saklanmayı tercih ettiğimiz, yalnızlığımızla beraber olduğumuz gizli bir sahil kenarındaki ucu kırık bank, sevdiğimizle paylaştığımız salaş bir balıkçı lokantası, sırtımızı dayadığımız o mavi çam ağacının serin gölgesi, sıkıntılarımızı unutmak adına sürekli gittimiz ve sevdiğimizin ellerini film boyunca hiç bırakamadığımız o küçücük sinema, en tatlı rüyaları gördüğümüz sıcacık yatağımız ve mis kokulu yastığımız, .... ruhumuzu sarıp sarmalayan; her türlü duygumuza katık ettiğimiz sıcacık sevgi dolu bize has özel mekanlar ve özel eşyalar...
Özel dostlarımızı düşünelim bir de. Tanıştığımıza her an, her dakika şükür ettiğimiz, kaybetmekten delice korktuğumuz, sesini, varlığını her an özleyerek andığımız o özel insanlar... Onları sevmek, kalbinizin onlar için çarptığını hissederken, onların da sizi gerçekten hiçbir karşılık beklemeden sevdiklerini bilmek…Size yaşadığınız her anı özel yapacaktır kuşkusuz.

Hayatınızdaki özel insanlarla karşılaştığınız o muhteşem günün, sizin içinde en özel gün olması dileği ile…
Sevgiyle kalın,

Belgin ERYAVUZ

18/12/2003

Korkularımızın Yaşam Sesleri


Hayatımızın hangi evresinde olursak olalım, korkularımızda bizimle beraberdir. Doğduğumuz andan itibaren bize eşlik etmeye başlar, bizimle hayat bulur, bizimle büyür ve bizimle hayata veda eder. Korkularımız bize özeldir. Yaşantımızla, duygularımızla, iç dünyamızla, tecrübe ve tecrübesizliklerimizle birebir hareket eder. Niteliği, yoğunluğu her birimizde değişken ve bize özeldir.

Daha doğduğumuz anda terk edilmekten, yalnız bir başımıza üşümekten korkar ve ağlarız. Zamanla edindiğimiz alışkanlıklarla ve çevreyle orantılı olarak korkularımız boyut değiştirir, ama hiç azalmaz, hep artarak devam eder. Bazen beyaz, bazen mavi, bazen pembe, bazen gri olsa da o kaygı bulutları hep bir yerlerden göz kırpar adeta yaşantımıza. Uykusuz gecelerimizin sabahlarında, yalnızlığımızı yaşarken, aniden özlediğimizi hem de çok özlediğimizi hissettiğimiz o naif anlarımızda tenimizde, yüreğimizde, düşlerimizde beliriverir aniden, çağrılmadan pervazsızca hem de. Yüreğimizi kıyım kıyım doğramaya, ince sızılar halinde damarlarımızda dolaşıp içimizi titretmeye başlar. Yüzümüzde açan gülücükler yerini durgunluğa, gözlerimizdeki ışıltılar ise bazen gözyaşlarına dönüşür.

Kaybetmekten korkarız bazı bazı sevdiklerimizi, bize yaşamı yaşanılır hale getiren dostlarımızı,...okula gönderdiğimiz yavrumuzu, işe uğurladığımız eşimizi, tatile gönderdiğimiz büyüklerimizi, ayrı kaldığımız arkadaşlarımızı, ne zamandır mesajlarını alamadığımız bizi unuttuğunu sandığımız aşklarımızı,....kaybetmekten, nedensizce.

Bazen terk edilmekten, son sözü söyleyememekten,yanlış anlaşılmaktan, yalnız bir başına kalmaktan, aşkı bulamamaktan, bulduğumuz aşkı doya doya yaşayamamaktan korkarız tenimizde delice.Bazen de sevdiğimiz kişiyi kaybetmekten, birlikteliğimizin bozulup, aramıza kapkara bulutların girmesinden korkarız yüreğimize aniden düşen o naif hisle.

Kimi insanlar kurdukları düzenin bozulmasından, planlarının alt üst olmasından korkar. Bu nedenle, kendi kıyılarındaki küçük barınaklarını asla terk etmek istemezler.Kimi insanlar ise iş hayatlarındaki başarısızlıktan korkar. Mücadeleci ruhlarını köreltip, pasif kalmayı tercih ederler bu yüzden.Kimi insanlar mutlu yuvalarının bir gün dağılmasından, eşleri tarafından terk edilmekten, aldatılmaktan korkar. Bu hisle kendilerinin bile çoğu zaman tanıyamadıkları birer yabancı kimliğe bürünürler ellerinde olmadan belki de.Kimi insanlar toplum içine çıkmaktan, topluluk önünde konuşmaktan, duygularını açıklamaktan, hatta yaşamaktan korkarlar.

Korkular, korkularımız, bize özel anlardaki duygu yoğunluğumuz. Bir başkasının, hatta ruh ikizimizin bile anlamakta zorluk çektiğini düşündüğümüz, anlaşılması gerçekten güç duygu yumağımız. Bazen cesaretle dile getirdiğimiz, hatta yüzleştiğimiz, üstüne gittiğimiz; bazen kendimize bile itiraf edemediğimiz anlarımız...

Belki de en iyisi korkularımızın varlığını bilmek, onunla yaşayabilmeyi öğrenmek. Ama asla bizi yaşamasına izin vermeden, duygu katmanlarımız arasında bir yerlere saklayıp, olabildiğince sessiz bırakarak. Çünkü önümüzde yaşamamız hem de her anını, her saniyesini tadarak zevk almamız için uzanan pırıl pırıl bir hayat var. Kendi hayatımızı seçme şansımız olduğuna göre; korkularla uğraşmak, onlara yenilmek yerine şansımızı iyi değerlendirelim. Ertelemeden, biriktirmeden, bekletmeden şu anı, şu dakikayı cesurca, dolu dolu yaşamaya başlayalım. Tıpkı bir kayadan turkuaz rengi bir denize dalarcasına balıklama dalalım hayatın içine...

Haydi ben uzattım elimi size. Kimbilir engin maviliklerde buluşuruz belki birgün, bir yerlerde.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

08/07/2003

Dört Duvarımın Sıcaklığı


Yapısı, konumu, tipi ve yeri ne olursa olsun bizi içine alan; korunmasızlığımızdan kurtaran, acımıza, üzüntülerimize, sevinçlerimize, korkularımıza birebir eşlik eden dört duvarımız… Bazen yalnızlığımızı unuttuğumuz; bazen yalnız tek başına kalabilmek için uğraşlar verdiğimiz yuvamız.

Sevdiklerimizle paylaştığımız hayatımızdaki en önemli buluşma noktamız. Dışarıdaki yoğun koşuşturmanın, stresli ortamların, trafik keşmekeşinin acımasızlığından kendimizi çekip aldığımız yegane sığınağımız. Düşlerimizi, en tatlı rüyalarımızı görürken bize ortak olan; yağmurdan, soğuktan, rüzgardan korunmamızın en güzel son durağı.

Soğuk, buz gibi bir kış akşamı sıcacık eve adım atmanın verdiği iç huzuru ve mutluluğu ne kadar da güzeldir. Ya da cehennem sıcağı yakıcı bir güneşli öğleden sonrası bizi karşılayan evimizin o serin havasına ne demeli? Kızgın kumlardan serin denizlere atlamış gibi hissetmez miyiz kendimizi bir anlamda .

Her bir köşesinde bizden izler taşıyan, adeta duvarlarına yaşantımızın ve kokumuzun sindiği evimiz. Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama; her evin kendine has bir kokusu vardır. Bu koku içinde yaşayanlarla özdeşleşmiş, onların varlığından aldığı küçük nüanslarla o eve has , o eve özel bir hale gelmiştir. Kendi evimizde yaşarken bunu pek hissetmezken; bir başkasının evinden içeriye adımımızı attığımız anda o başkalığın farkına varırız.

Evimiz bir anlamda kişiliğimizin de aynası gibidir. Öyle evler vardır ki, her zaman temiz, derli toplu ve düzenlidir. Bunun aksine öyle evler de vardır ki,dağınıktır. Bu evlerde sanki eşyalar birbirleri ile savaşmaktadır. Herşey üst üste, karmakarışıktır. Eşya kapasitesinin hayli çok olduğu bu tip evlerde yaşayanlar biraz rahat, biraz vurdumduymaz kişilerdir belki de kim bilir?

Evler yaşantımızın her anında adeta bir hedef olmuştur bizler için. Yıllar boyu çalışıp, güzel bir eve sahip olmayı düşleriz hayallerimizde. Bir yerden toplu bir paraya sahip olduğumuzda,çoğunlukla emekli olduğumuzda ilk aklımıza gelen şey daha güzel bir ev alabilmektir.

Oysaki evler sadece içinde yaşayanlarla güzelleşir ve vazgeçilmeyecek sıcacık yerler haline gelir. Neşeli kahkahaların eksik olmadığı, birbirlerini gerçekten seven ve sayan aile bireylerinin yaşadığı evler hiç tartışmasız en güzel evlerdir.O evlerin sıcacık duvarlarında tüm aile fertleri adeta birbirleri ile kenetlenmiştir. Biten günün akşamında koşar adım, özlemle gelinen mutlu dört duvarlardır onların ki. Böyle evler sevgi kokar, mutluluk kokar. Evin eşyaları sıcacık sarar sarmalar dört bir yanınızı.

Buna karşın nice lüks evler, nice trilyonluk villalar vardır ki, içinde yaşayanlar birbirlerini çok az görür, çok az konuşur, çok az dokunur. Böylesi evlerin sıcacık sevgi duvarları olmadığı için özlenmez; hatta sürekli kaçışların yaşandığı seyrek uğranan sıradan yerler haline gelir geçen zaman içinde. Duvarlarına adeta yalnızlığın ve anlaşılmazlığın çivileri çakılmıştır tek tek. Hüznün o gizemli buğusu camlarına yapışmış, sevgisizliğin iç burkan sızıları duvarlarına kazınmıştır. Eşyaların görkemi huzursuzluğun sessizliğinde adeta eriyip yok olmaktadır. Kristal avizeler akıtılan onca göz yaşına ortak damlalar halinde tavandan sarkarken; bohem tarzı klasik koltuklar sahipsizliğin, tükenmişliğin acizliği ile küskün dururlar köşelerinde. Ne gariptir ki, dışarıdan hep sahip olmayı düşlediğimiz evlerdir onlar.
Ben en çok yatağımı ve yastığımı özlerim, evimden uzak kaldığım günler boyunca. En konforlu oteller, en kaliteli yataklar bile bana kendi yatağımın, yastığımın güzelliğini yaşatamaz nedense. Orada duyduğum güven ve sıcaklık gibisi yoktur. Her ayrılış sonrası bedenim yatağıma, başım da yastığıma kavuşmanın sevinci ile hiçbir yerlerde bulamadığım huzuru ve güveni bulur kendince. Dört duvarımın sıcaklığı içimi sararken; vazgeçilmeliğini bir kez daha derinden hissettirir her bir köşesi, hele evimin o sevgi kokusu.
Dört duvarımız ister milyarlık villa, ister son derece sade, küçücük bir daire; isterse sadece barakadan oluşsun varlığı ve sıcaklığı vazgeçilmezdir. O sıcaklığı tüm ömrünüz boyunca kaybetmemeniz dileği ile.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
16.01. 2004

İzinsiz Neden Geldiniz?



Bir ılık yaz gecesinde, deniz kıyısında oturmuş kopkoyu lacivert sulara dalmış gözlerimle kendimi sorguluyorum. Karamsarlığımı, hayatın nasıl da kıyısında olduğumu ve yaşama sadece pamuk ipliği ile bağlı kaldığımı... Nedensiz, niçinsiz, sorgusuz, sualsiz,... her biten gecenin yepyeni mutlu sabahlar yarattığını bilsem de kalbim inanmak istemiyor sanki.

Etrafımda cıvıl cıvıl bir hayat yaşanırken, ben sessiz, kendimle başbaşayım. Sahip olduklarımın değerini bilsem de aklım sahip olamadıklarımda belki de. Kalabalık yalnızlığımı yaşıyorum en derinlerde. Görünürde her şey normal, her şey yolunda gözüküyor aksi gibi. Ama benim içimde fırtınalar kopuyor, şimşekler çakıyor, gök gürültüleri birbiri ardına patlıyor. Dışa vuramadığım, dile getiremediğim, göz yaşı olup akıtamadığım duygularım... Bunca zaman herkeslerden sakladığım, derinlere, en derinlere koyduğumu sandığım kırılganlığım, kendime bile tarif edemediğim o naif anlaşılmazlığım... Kimselerin beni anlamadığına yandığım tuhaflığım, gecenin koyu mavisinden daha da koyu kopkoyu karamsarlığım...

Nereden çıktınız böyle, bir anda, neden saçıldınız ortalık yerelere, size kim izin verdi? Oysaki ne kadar da derinlere saklamış, kalbimin en gizli köşesinde, kapalı kapılar arkasında bırakmıştım sizleri uzun zaman önce.

Ama hayır! Korkmuyorum sizlerden, hem de hiçbirinizden. Davet edilmeden geldiğinizi biliyorum ama yakındır gidişiniz. Hissediyorum bunu, evet hem de kalbimin o en derin yerinde. Gelişiniz gibi gidişiniz de ani ve birdenbire olacak. İşte o anda ben huzuru, sakinliği, dinlinliği ve mutluluğu yeniden yakalayacağım. Ve bu defa gidişinizi son kez seyredeceğim. Bir daha asla mutsuzluğu hissetmeyeceğim. Sizlere inat, kendimle barışık dünyamda, sevgimle yoğurduğum dostlarımla, gerçeklerimle mutlu yaşayacağım. Hem de sonsuza değin…


Hayata inat her zaman gülümsemeniz dileği ile…

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
05/08/2003

Gizem Dolu Sırların Gerçek Sahipleri-ERKEKLER!


Karmakarışık dünyalarını kendilerine bile kolay açıklayamayan, karşı cinse karşı her zaman ve koşulda güçlü olduklarını hissettirmek zorunda kalan, bazen çocuk, bazen yılların deneyimine sahipmişcesine bilge, bazen kaba, bazen kendilerinden umulmayacak kadar kibar, bazen beyefendi, bazen aşırı ısrarcı, çoğu zaman sabırlı, bir o kadar da anlayışlı, bazen hassas, zaman zaman duygusallığını kalın ve erişilmez duvarlar ardına saklayan, seven ve her daim sevilmeyi bekleyen erkekler…

Hiç anlayamadıklarını ısrarla savundukları kadınların vazgeçemediği sır dolu erkekler. Hep bir şeylerin arayışı peşinde koşan, elde ettikleri ile asla yetinmeyen hırslı, bir o kadar da rahat erkekler. Zaman zaman kendi iç dünyalarındaki karmaşık yapıdan kaçmak isteyen, ağlamaktan ve ağlarken görülmekten hiç haz etmeyen erkekler.

Üstlendikleri rolün en iyisini yapabilmek adına delicesine savaş veren, yardımseverliğini ulu orta göstermekten çekinen, zaman zaman sevgilerini göstermenin hiç de gerekli olmadığını savunan erkekler.

Kendi bildikleri doğruları ısrarla kabule uğraşan, o doğrular dışında başka doğru olmadığına gözü kapalı inanan, kendilerine inanmayanlara tepkilerini çeşitli yollarla gösteren erkekler.

Gözlerinin en derininde bir yerlerde, her zaman ışıltılar saklı, yürekleri dünyayı içine sığdıracak ölçüde geniş, arkadaşları için canlarını verecek ölçüde vefalı, sevdikleri uğruna ölümü göze alacak kadar korkusuz erkekler.

Sevgiyi, nefreti, aşkı, karasevdayı, kini kısacası tüm duyguları yüreklerinin en derininden hisseden, yaşayan ve yaşatan erkekler.

Büründükleri sır dolu kılıfın ardında, aslında çok daha farklı kişiliklere sahip erkekler. Kendi iç benliklerinin açığa çıkmasından korkan, duygularını daha çok bu kılıfın ardına saklayan, yapmadıkları çoğu şeyi sahiplenerek çevreye hava atmayı seven erkekler.

Yargılanmaktan, duygularının açığa çıkmasından korkan erkekler. Karşılarında anlayışlı ve sevecen kadınlar gördüklerinde onlar için dağları bile deviren erkekler.

Anlaşılmadıklarını, yeterince sevilmediklerini hissettiklerinde kendi dünyalarına saklanan, konuşmaktansa iç hesaplaşmalarla boğuşmayı tercih eden erkekler. Çoğu zaman öfkelerine hakim olamayan, karşılarındaki hassas varlıkların kırılıp incinebileceklerini düşünemeyen erkekler.

Siz bir verdiniz mi, karşılığında binlercesini vermeye hazır, en duygusal anlarımızda bizi omuzlarında ağırlayacak kadar düşünceli, karamsarlığımızı yok edecek ölçüde nüktedan erkekler.

Her zaman ve her koşulda en önde olmayı bekleyen, ikinciliklere asla tahammül edemeyen, hırslarını hep doruklarda yaşayan, bazen de bencil erkekler.

Gözyaşlarına asla dayanamayan, iyi niyet ve güzelliklere aynı ölçülerde karşılık verecek şekilde duyarlı erkekler.

Kendi iç dünyalarında fırtınalar kopsa da bunu göstermekten bucak bucak kaçan erkekler. Heyecanı, adrenalini, macerayı seven, yaşayacakları tek bir macera için her şeylerini feda edebilen korkusuz erkekler. Kurdukları hayal dünyalarında da gerçek hayatlarında olduğu gibi mutlu olabildiklerini iddia eden erkekler.

Hayallerini gerçekleştirmek için yaşam boyu mücadeleden yılmayan erkekler. Hobileri ve tutkuları için her şeyi göze alan, itirazlara asla tahammül edemeyen erkekler.

Özgür olmayı her daim isteyen, yasaklara, kıskançlıklara asla taviz vermeyen erkekler. Kendi kıskançlıklarını sevgiye ve ilgiye, kadınların kıskançlıklarını ise bencilliğe yorumlayan erkekler. Yaşadıkları tartışmalardan ve kavgalardan her zaman zaferle çıktıklarına inanan, yaşları ilerlese de çocuk dünyalarından bir türlü kurtulamayan erkekler.

Bir kuş misali sadece avuç içinizde olmayı kabul ederken istedikleri anda uçabileceklerini bildiklerinde size sıkı sıkıya bağlı; sahiplenip özgürlüklerini kısıtladığınızda ise kaçmak için her yolu deneyen erkekler. Zaman zaman melek olup bize cennetin yollarını açan; kimi zaman şeytan olup hayatımızı cehenneme çeviren erkekler.

Onların gizemli hayatları öylesine sırlarla doludur ki, derinlere daldıkça daha neler bulunur kimbilir. Her biri o yada bu şekilde, ucundan kıyısından bu özellikleri bünyesinde taşır. O nedenle karşısına çıkan her erkek kadınları şaşırtmıştır ve şaşırtmaya devam edecektir yıllarca. Tıpkı kadınların erkekleri sürekli şaşırtması gibi.

Kesişen yollarınızda ruh ikizlerinizi yakalamanız, sevmeniz ve sevilmeniz dileği ile…

Sevgiyle kalın

Belgin ERYAVUZ
17/06/2003
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...